Paylaş
Tekrar merhaba! Bir doğum fotoğrafçısı olarak sizlerle bu köşede şu ana kadar yenidoğanlı yeni hayat hikayeleri paylaştım hep. Doğumuna girdiğim tatlı yavrular, onların yeni hayatlarına adapte olmaya çalışan harika anne babaları ve her yeni doğumda yeni bir hikaye derken bir baktım hamileyim! Benim için saniye saniye takip etmesi tam anlamıyla bir insanoğlu yapımı belgeseli tadında olan doğum, artık fotoğraflanan bir macera yanında başka şeyler de ifade etmeye başladı benim için. Hal böyle olunca bu seferki yazımda kendi hikayemden bahsetmek istedim.
Evet. Benim hikayemin açılış sahnesi de tam olarak bu yazdığım başlık tadında olurdu olsa olsa! Ben bebeğimle ilgili biraz da hamileliğin yarattığı o süper kafa yapıcı hormon kokteylinin etkisi ile çiçeğe böceğe aşık olup şiirler yazarken bir şeyi atlamışım. Yakında 3 küsür kiloluk tamamen bana muhtaç bir canlı ile şaşkın bir şekilde birbirimize bakışıyor olacağımız gerçeği ile karşı karşıya kalacağıma resmen uyanmamışım. Laga luga derken aylar geçmiş doğum kapıya dayanmış bile!
Ve tam olarak ne ile karşı karşıya olduğumla ilgili en ufak fikrim yok! Çok okudum, çok düşündüm, çok konuştum ama ne fark eder. Bu işlerin böyle yürümediğini biliyoruz. Yoksa her pedagoji kitabı okuyan anne harika bir anne olur, her emzirme atölyesine katılan annenin de mükemmel derecede emen sorunsuz bir bebeği olurdu. Bu iş biraz deneysel, biraz içgüdüsel, biraz da ilkel dürtülerimle keşfedeceğim bir maceradan ibaret olacak ona eminim. O yüzden neyle karşı karşı kalacağımı bilmemek şu aşamada bende ne endişe, ne başka birşey uyandırmıyor. İşin raconunun bu olduğunu doğum çekimlerimde ve aileleri sonrasındaki takiplerimde defalarca gördüm nitekim.
Kimilerinin aksine hamileliğim pek keyifli ve eğlenceli geçti. Yani ne kocama hayatı zehir ettim ne de anama babama kapris yaptım. Hani sanki hamileliğin kuralı gibi biliriz ya bu işi. Ben de öyle zannedip kocama “Bak şimdi ben hamileyim ya sapıtıp sana kötü davranırsam sen çok şeeetme tamam mı” diye tembihte bulunduğum bile olmuştu. Aşerme desen nedir anlayamadan hamilelik bitti. Çapraz bir referans kabul edilecekse ben değil ama kocamın gecenin bir yarısında birçok kez mantı, katmer, gözleme aşerdiği oldu. Spordu, iş güçtü o da son aylara kadar aynen devam etti. Ruh halim deseniz hamilelik süresince kendimde dahi şüphe uyandıracak derecede stabil olmakla beraber, yaşadığım tek değişiklik kırlarda sepetiyle dolaşan Heidi modumda bir üst mertebeye atlamam oldu. Pozitiflikte ömür boyu onur ödülü alabilecek kıvama geldim yani. Allahım herş ey nasıl güzel, hayat iyi ki vardı. Her şeye bir şükür hali hasıl oldu.
Biraz hormonal biraz da iç güdüsel olarak olsa gerek kendime adeta bir koza yarattım. Bu kozanın içine gergin insanları kötü haberleri hatta memlekette olup biten can sıkıcı şeyleri dahi almayı reddettim. Kendim ve içimdeki o minik kalp dışındaki dünyadan hayatım boyunca hiç olmadığı kadar bihaber bir süreç geçirdim diyebilirim. Kendi gündemimi yarattım. Bana dayatılan beni mutsuz eden tüm gündemleri reddettim. Evet sanal ve gerçeküstü bir dünyaydı bu ama bana ve bebeğime 9 ay boyunca çok çok iyi geldi.
Hal böyle olup sanki hamile değilmişçesine yaşayınca da bu bebeğin eh artık bir noktada bu bedenden çıkacağı gerçeğine uzunca bir süre ayamadım. Ne zaman ki 36. haftaya girdim “Aha galiba gerçekten de bir çocuğum oluyor!” duygusu basmaya başladı. Derken geldik 39. haftaya!
Son iki haftadır anne olacağım gibi enteresan şekilde algılamakta güçlük çektiğim bu durumu düşünüp duruyorum. Eh kalmış birkaç haftam ya da belki günüm kim bilir. Düşün babam düşün işim ne! Düşündükçe konu başlıkları iyice dallanıp budaklanıyor. Bu çocuk nasıl bir çocuk olacaktan, kendim nasıl bir anne olacağıma, yeni düzenimizin nasıl oturacağından, her telaffuz ettiğimde faltaşı gibi açılan gözlere rağmen yaz sonunda bebeğimle tabii ki de tekne seyahatine çıkabileceğime kadar çeşitli başlıkları açıp açıp kapatıyorum zihnimde. Gelip gidip en fazla takıldığım konu başlığı ise şu: Arkadaşım.. Biz insanoğlu neden çocuk yapıyoruz? Eh vakit bol olunca konu başlıkları da sapıtıyor işte.. Haydi biraz beyin yakalım hehehe!
Felsefik açıdan sanki şöyle gibi… Bebek yaparak aslında haddimiz olmadan ölüme meydan okuyoruz. Çok havalı değil mi! Genetik açıdan bakarsak soyumuzu devam ettirmek istiyoruz. Her iki açıdan da tüm bu görüşler bir noktaya kadar anlaşılabilir. Ama misal genlerimiz sadece genlerimiz aslında. Birkaç jenerasyon sonra genimizin yani “bizim ne kadarımızın” dünya üzerinde yaşıyor olacağını bekleyebiliriz ki zaten. 100 yıl sonra benim genetiğimden yere tükürüp kadınları taciz eden bir ayı çıkmayacağı ne malum. Garanti edemem arkadaş!
Misal şu görüşe de katılmıyorum. Bebek sahibi olmak hayatın tek anlamı tek rengi ve tek gayesi değil o net. Olmamalı da. Mini minnacık bir yavruya kendi hayatınızla ilgili tek amaç ya da tek anlam misyonu yüklemek çok fazla ağır bir yük değil mi sizce de? Onun açısından ne kadar yük ise, insanoğlu için de bireyi hayata karşı bir o kadar edilgenleştirecek bir bakış açısı. Bilmiyorum bana öyle geliyor. Yani o zaman çok çocuk sahibi olma geleneği olan Mormon tarikatının ya da tüm Müslümanların anlamlı hayatlar yaşamak konusunda kriter alınacak neferler olması ve takip edilmeleri gerekirdi. Ya da sperm bankalarına bağışta bulunanların insanoğlunun hayatına anlam kattığı için ciddi ciddi ödüllendirilmesi lazımdı. Saçma tabii ki.
Misal milyonlarca homoseksüel hatta heteroseksüeller dahi biyolojik olarak çocuk sahibi olamıyor. Şimdi bu insanların hayatları anlamı değil mi? Milyonlarca insan içinse çocuk sahibi olmamak kişisel birer tercih. Ne bileyim Sokrates’ten tutun, Da Vinci’ye, Lenin’den tutun Jane Austen’a kadar birçok büyük dehanın çocuğu yok. Şimdi ben birkaç güne çocuk doğuracağım diye Sokrates’ten daha anlamlı bir hayat yaşayacağımı iddia etsem beni bir akıl sağlığı testine sokmazlar mı? Niye böyle bir kıyaslama yapayım o da ayrı tabi.
Kimsesiz çocukları alıp büyüten, topluma önemli kazanımlar sağlayan, sanat yapan, edebiyat yapan insanlar da hem kendi hayatlarına hem de etraflarına anlam katıyorlar. Belki 30 tane çocuk sahibi bir aşiret ağasından daha fazla hem de. Böyle ahlaki açıdan baktığınızda da genetik çerçeve yine çöp oluyor.
Sonuç olarak galiba bu tartışma sonuçsuz. Hayata hangi pencereden baktığınızla bağlantılı herşey. Daha doğrusu hayat hep planlar yaparken başımıza gelen şeylerden ibarettir derler ya hani. Hakikaten de kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz tamamen. İster soyadımızı devam ettirmek için olduğunu sanalım, ister aktarım yapmak için, ister hayatımızı anlamlandırmak için, isterse geride bir iz bırakmak için. Aslında tüm olan “hayat”. Büyük perdede oyuna başlayalı çok olmuş. Kaçıncı oyun kim bilir. Ve kaçıncı kez o sahneye çıkan her oyuncu gibi kendimizi çok özel hissediyoruz. Oysaki oyuncular geçici hep. Geride her daim kalan sahnedeki o oyun yani hayatın ta kendisinden ibaret.
Hadi biraz beyin yakmayı keseyim de size hamilelikte öğrendiğim 6 şeyden bahsedeyim biraz da.
1- Kıyaslamalar kıyaslamalar
Hamile kadınlar sürekli kendilerini diğer hamile kadınlarla kıyaslıyor. Her açıdan. Aldıkları kilodan göbeklerinin büyüklüklerine hamilelik semptomlarını geçirme şiddetinden yedikleri içtikleri şeylere kadar. Henüz 17 haftalık hamileyken karnım neredeyse yoktu. Bir gün hamile yogasında 25 haftalık civarında olan bir hamile kadın bana şöyle dedi.“Senin gibi zayıflar çok ani ve çok kilo alıyor kendini bu fikre alıştır bence. Çok şişebilirsin”. Valla şaşırdım ama inanın hiç birşey hissetmedim. Hamileyim abi şişmeyip de napıcam podyuma mı çıkıyorum! Ha kızın dediği olmadı ayrı mesele. Ama demek istediğim şu: Hamile kadınlar kendilerini çok fazla başka hamilelerle kıyaslıyor. Yapmayın. Kendinizi ve bir başka hamile kadını bambaşka bir genetiğe beslenmeye günlük düzene bambaşka hormonlara ve yaşayış biçimine sahip başka başka hamile kadınlarla kıyaslamayın. Gerek yok.
2- Ortamların yıldızı
Ben ve bebek göbeğim! Hamile olmayan kadın arkadaşlarınız ise sürekli vücudunuzdaki değişimleri inceliyor. İlk karşılaştığınızda hemen gözler göbeğinize ve vücudunuzun geri kalan bölümlerine (genelde popoya!) kayıyor. Onların bu hallerini görmek çok eğlenceli. Çok da doğal aslında. İçinde mucize büyüyor ve bu çok ilginç, über gerçekçi bir durum. İlgi çekmesi ve herkesin bakmak istemesi çok normal. Benim hoşuma gidiyor şahsen.
Hamile olunca herkes yediğine içtiğine yaptığına bir dikkat kesiliyor. İyi de efendim o kadar şeyle nasıl doyulur. Yok efendim o şey hamilelikte zararlı değil mi vs vs.. En iyisini siz bilirsiniz, içgüdüleriniz bilir. Buna emin oldum bir kez daha. Temel belli başlı yasaklar vardır hamilelikte yiyecekler konusunda. Bunlara dikkat etmek yetti bana. Ayrıca hamile olmak bir kuzuyu oturup çattadanak ortadan ikiye ayırıp yemek değil. İki kişilik yemek hiç değil. Bunu resmen yaşayarak anladım.
Hamileliğin güya olmazsa olmazı aşerme mevzusuna gelirsek… Güya diyorum çünkü birkaç güne çocuk doğacak ben şu 9 ayda en ufak bir aşerme durumu yaşamadım kardeşim nasıl işse! Özetle aşerme denen şey bence tamamen bir şehir efsanesi. İnsanların büyük bir kısmı maalesef beslenme konusunda yasaklar ve listelerle yaşıyor. Zayıflamak için yememesi gereken şeylere karşı nefs mücadelesi vermekle geçiyor ömürleri. E hal böyle olunca hamile olunduğunda “aaa hamileyim ama bak aşerdim yiycem tabii ki o kadar!” kafasına girmek oldukça rasyonel geliyor. Bir nevi hamilelik aslında bu tip yasaklarla savaşarak yaşayan insanların ilk kez savaşmak zorunda olmadıkları özgür bir zaman dilimi olarak algılanıyor. Mevzu bence bundan ibaret.
Hamilelikte spor mevzusuna gelirsek. Hamilelik riskli bir gebelik söz konusu değilse yatılıp sürekli dinlenilmesi ay aman hiçbir şey yapılmaması gereken bir durum değilmiş. Hatta hamile olduğunuzu bile uzuuuun bir süre unutabiliyormuşsunuz. Ben hamilelik öncesinde de yıllardır yüzerim. Spor hayatımda hep vardı. Hiç bir şey yapamasam bisiklete biner yürürdüm vs.. Hamile kaldıktan sonra ilk 3 ay yüzme antrenmanlarımı biraz azalttım. 3 aydan sonra ise eski tempoma döndüm. Tabii ki abartmadan orta tempoda antrenmanlar yaptım. Ve biliyor musunuz hamileliğimin sporuma en ufak bir olumsuz etkisi olmadı. Tam tersine daha motive daha enerjili daha keyifli yaptım sporumu. 9 ay bitiyor hala yüzüyorum ve yürüyorum. Bunun ödülünü de şu ana kadar aldım. Sıkıntısız ağrısız sızısız dinamik ve enerjik bir hamilelik geçirdim.
6- Bir sakin be annem…
Bir de üçüncü kişilerin gereksiz tedirginlikleri mevzusu var ki dokunmadan geçemeyeceğim. Hamile bir kadın olarak zaten birçok riske ya da risk olmayacak şeylere bile dikkat kesilir bir psikolojide oluyor insan. Ama sinir olduğum şey benim için bir sorun teşkil etmeyen ya da en azından düşünüp kendi içimde etkisizleştirdiğim olası risk potansiyellerinin üçüncü kişiler tarafından bana yeniden yeniden hatırlatılması oldu. Arkadaşlar bunu hamile insanlara yapmayın. Çünkü bunu onlara söylemenizin teoride ve pratikte hiç ama hiçbir faydası yok. Yani emin olun hamile bir kadının aklından sizin aklınıza gelen risklerin 10 katından fazla risk potansiyelleri şemaları, onların karekökleri, asal sayıları ohooo neler neler zaten geçiyor. Yani sizin fark edip de onun fark etmediği bir risk unsuru zaten olamaz. Kadın hamile! Mümkün mü böyle birşey.. Yani sizin onun bebeğini ondan daha fazla düşünmeniz gerçekçi geliyor mu size Allah billah aşkına? O yüzden ne kadar iyi niyetle olursa olsun böyle bir endişe silsilesine kapıldığınızda ilk önce kadının bunun zaten 1000 kere düşünüp üstüne yatıp kararını vermiş olacağını unutmayın. Ve sizin bunu ona tekrardan söylemenizin onu germekten başka bir işe yaramadığını da unutmayın…
Ne diyordum… Çeneme vurmuş. Bizim kız yolda. Az kaldı. İşin başka bir güzel tarafı artık sadece fotoğrafçı olarak doğumların tanığı olmakla kalmayacağım. Artık bir anne fotoğrafçı olacağım. Fotoğrafçı olarak girdiğim birçok doğumda birçok hikayeyi gözlemleme şansım oldu. Her tip doğumda en bariz fark ettiğim şey doğuma girmeden önceki kadın ile doğumdan sonraki kadının farklı kadınlar olduğuydu. Sadece saatler içinde değişiyordu kadın. Ben de birkaç saat içinde büyüyeceğim biliyorum. Kökleneceğim. Bir çınar ağacı gibi gövdem kalınlaşacak, köklerim derinleri bulacak. Ne için yaptıysak yaptık bu çocuğu… Şu bir gerçek ki içimde 9 ay boyunca taşıdığım o ikinci kalp artık kollarımda atacak… Gerisi laf salatası, gerisi hikaye, gerisi boş…
Sevgiler!
Paylaş