Paylaş
Hayat bazen insanları kötü olaylarla sınıyor. Son zamanlarda ne çok sıkıntı yaşıyoruz. Her sıkıntılı ve üzücü olay için ‘bu son olsun inşallah’ diyoruz ama olmuyor. O acıyı tazeleyecek hatta neredeyse unutturacak yeni acılar geliyor üst üste.
Ülkemizin birincil toplusal sorunu trafikti, sonra birden bire şiddet ilk madde oluverdi. Trafik terörü hala devam ediyor, yollarda yüzlerce can kaybediyoruz. Neler yapılacak, ne tür önlemler var bilemiyorum çünkü kaybımızda bir azalma olmadığı ortada. Ancak biz son zamanlarda özellikle kadına ve çocuklara yönelik şiddeti konuştuk aylarca, hala da konuşuyoruz. Henüz çözümlenen bir şey yok ama konuşuyoruz. Umarım gerçekten şiddete çözüm buluruz toplumca.
Bir toplumun her bireyi, yaşanan sorunu sorun olarak görmedikçe sorun ne olursa olsun çözüme ulaşmak mümkün değil. Özellikle konu şiddet olunca sesler çok fazla yükselmiyor. Zira insanımıza gelişim sürecinin neredeyse her aşamasında şiddet uygulayan ve bunu doğal sayan bir toplumun üyeleriyiz. Bir çocuk önce evde anne babasından ve kardeşlerinden, okulda öğretmenlerden ve sokakta arkadaşlarından şiddet görerek büyüyüp, kadınsa evliliğinde eşinden şiddet gören, erkekse eşine ve çocuklarına şiddet uygulayan bir birey olarak aramıza karışıyor. Normal karşılıyoruz çocuklara dayak atmayı, hatta bunu o kadar normal görüyoruz ki, ‘dayak cennetten çıkmadır’ diye bir sözümüz bile var. Önceki yıllarda karı koca arasında kavga olduğunda ya da kadın eşinden şiddet gördüğünde ‘aman karı koca arasına girilmez,döver de sever de’ gibi bir anlayışımız vardı. Ne zaman ki uygulanan şiddet can almaya başladı, o zaman anladık ki bu normal bir durum değil. Üstelik araştırmalar şiddet uygulayanların çok da eğitimsiz, cahil olmadıklarını gösteriyor. Eşine ve çocuklarına şiddet uygulayanlar arasında üniversitede öğretim görevlisi olan hocalar, toplumun her kademesinden üst düzey yöneticiler, eğitimciler, iş adamları var. Demek ki eğitim tek başına şiddeti önlemede yeterli değil. Sosyolojik başka değişkenler var.
Konuyla ilgili gazetelerde her gün haberler yer alıyor, o kadar ki artık duyarsızlaştık. Bu haberleri okumaktan sıkılan ‘aman gene mi şiddet haberi’ diyen insanlar var. Oysa bu toplumsal bir yaradır ve bir an önce kalıcı, önleyici çözümler aranmalıdır.
Derken fark ettik ki bizim en önemli sorunumuz aslında terör. Geleceğimizi, gencecik çocuklarımızı terör belasından yitiriyoruz. İnsanların kökenlerini vurgulamaya dayalı bir garip kavganın, en masum kurbanları 20’li yaşlarında yok olan çocuklarımız. Tek suçları asker olmaları, polis olmaları, öğretmen olmaları, bu toprağın insanları olmaları. O bombanın patladığı, o silahın ateşlendiği yerde olmalarından başka hiçbir etkinlikleri olmayan delikanlılarımız annelerini-babalarını ve tüm sevenlerini yakarak can veriyorlar. Biz toplum olarak hem vicdani, hem de insani olarak büyük yaralar alıyoruz. Asıl yarayı alanlar da yok olan canların, şehitlerimizin yakınları, çocukları. Onlar babasız bir hayatın yükünü küçücük omuzlarında taşımak zorunda kalan masum çocuklar. Ne zaman bu kan duracak, ne zaman gençlerimiz terör nedeniyle ölmeyecek bilmiyoruz. Son hafta verdiğimiz şehitlerin ardından topluca bir yasa bürünmüşken, Pazar günü doğudaki illerimizden Van’dan gelen haber hepimizi yeniden yasa boğdu. Neredeyse 12 yıldır unutmaya çalıştığımız deprem kara yüzünü Van’da gösterdi. Yüzlerce ev yıkıldı, yüzlerce insan enkaz altında kaldı. Kaybettiğimiz can sayısının da ben bu yazıyı yazarken bini bulacağı yorumları yapılıyordu haber kanallarında. Hepimiz sarsıldık yeniden. Nasıl yardımcı oluruz diye arayışlara girdik. Devletin tüm yetkilileri çok hızlı olarak organize oldu ama eldeki makineler, yardımcı olacak uzman sayısı ve ulaşım şartları sınırlı olduğundan kayıpların yaşanması engellenemiyor maalesef. Deprem bir doğal afet elbette, ama biz deprem oldu diye yaşamıyoruz bu kayıpları. El yordamıyla yapılan binalar, sağlıksız koşullarda oturulan evler Azrail'imiz oluyor. Üstelik görülen o ki, eski yaşananlardan da ders almamışız. Depremden can kaybı olması da bir yere kadar normal karşılanabilir belki ama bu kadar çok can kaybı insan ihmalinin göstergesidir. Bir yerlerde yanlış var, acilen düzeltilmesi gereken şeyler var. Bunlar düzeltilmezse, gereken önlemler alınmazsa biz daha çok canlar kaybedeceğiz. Görünen köy kılavuz istemiyor işte, durum ortada...
Bir acının yasını tutamadan başka acılar yaşıyoruz. Başka acılar olmasın dilerim. Başka canlarımız gitmesin. Ne trafikten, ne terörden, ne doğal afetlerden ölmeyelim artık uzay çağında… Modern çağ dediğimiz bu süreçte, gerçekten modern bir trafik anlayışımız olsun, insanca konuşmasını, anlaşma yollarını bulacak iletişimi öğrenelim. Modern binalarda sağlıklı koşullarda yaşayalım.
Zor zamanlar yaşıyoruz, evet. Zor zamanlar bittiğinde umarım insanca yaşamanın değerini öğrenmiş bireyler olarak, insana ve insan hayatına gereken önemi verebilelim.
İnsan yok etmemeli, insan yapmalı, üretmeli, paylaşmalı, değer vermeli, değer görmeli, değer katmalı. Bunları yapmadığımızda ortaya çıkan durum kaostur.
Umarım bu acı olaydan hepimiz dersler çıkarırız. Umarım bir daha yaşamayız. Umarım dayanışmayla, paylaşmayla bu zor zamanları atlatırız.
Ben tüm şehitlerimize ve depremde kaybettiğimiz insanlarımıza Allahtan rahmet,yaralılara acil şifalar,yakınlarına ve ulusumuza başsağlığı diliyorum.
Güzel günler görmek dileğiyle...
Paylaş