Paylaş
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum, ne zaman nerede bir inşaat olsa, altından mutlaka tarihi eserler çıkar, kap kacak, altın, gümüş takılar bulunur. Son zamanlarda özellikle metro tramvay kazılarında epeyce gemi kalıntısı, eski uygarlıklara ve kültürlere ait kalıntılar bulundu. Benim gibi tarihe ve tarihsel değerlere büyük önem veren insanlar da buluntuları heyecanla izledik, yeni bir kültür bulunmasından dolayı ya da bilinen bir uygarlığın farklı bölümlerine ışık tutacağı düşünülen eserlerden dolayı heyecanlandık. Buluntuların bir bölümü sergilendi, bir bölümü kaldırıldı. Sonra ne olur bilemiyoruz.
Benim asıl derdim tarihimize olan saygısızlığımız. Nasıl bir kültürsüzlük örneğidir bu aklım almıyor. Bu topraklarda yaşamış eski uygarlıklara bile hırsla, kinle yaklaşıyoruz, yok sayıyoruz. Bütün yaşanmış değerleri ve kültürleri reddeden bir tavır içindeyiz. O uygarlıkların bile dinini sorguluyoruz. İnançlarını tartışıyoruz ve bize kattıklarını, katacaklarını görmüyoruz. Algılama zayıflığı yaşıyoruz. Tarih aslında bizi biz yapan en önemli unsurdur. O kadar önemlidir ki bizi günümüzde konumlandırdığı yer bile tarih bilinciyle şekillenir. Yüzyıllardan beri var olan bir kültürümüz olmasaydı, kurduğumuz devletlerin biçimlendirdiği bir uygarlığa sahip olmasaydık,bu topraklarda söz sahibi olabilir miydik?
Üstelik ilginç bir ayrım yapıldığını görüyorum son zamanlarda. Yani bana yakın olan, benim dinimden olan tarihe sahip çıkarım ama ondan ötesini tanımam türü bir yaklaşım bu. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu benim tarihimdir ama Likya, Kartaca, Fenike, Sümer, Babil, benden değildir. Bu topraklarda onlar da var oldu oysa, iz bıraktı, kültür bıraktı, değer yarattı. Hatta bizim sözüm ona bunca uygarlığın ortasında hala beceremediğimiz su toplama ve dağıtma işlerini onlar başarmışlar. Toplum olabilmiş, kurallar oluşturabilmiş, madencilik yapmışlar.
Ne zaman nereye gitsem, ayağımın ucuyla eşelediğim toprağın altından tarih fışkırıyor. Biz o kadar duyarsızız ki, ya o tarihi, ’aman kim uğraşacak şimdi’ demiş, yine toprakla örtmüşüz, ya kırmış dökmüş, hırsımızı almışız, ya da bırakmışız hatta özel izinler vermişiz, elin yabancısı gelip topraklarımızdan almış, çalmış kendi ülkesine götürmüş. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri yabancılara verilen bu tür kazı izinlerinin örnekleriyle doludur.Meraklısı bilir, isterse araştırır bulur.
Bakın Çanakkale Truva buluntularına. Bazılarına göre modern arkeolojinin öncülerinden olan, bazılarına göre de sahip olduğu bütün servetini savaştan elde etmiş bir mezar hırsızı olan Alman Arkeolog Schliemann, bulduklarını ve özellikle altın türü değerli buluntuları izinsiz bir şekilde aldı götürdü. Bu şekilde herkesin hafızasına kazınmış bir resim vardır. Resimde Schliemann’ın Yunanlı karısı buradan götürdükleri bir altın takıyı takmıştır. Biz de sonradan ah vah demiş ama hiçbir şey elde edememişizdir. Utanmasalar Truvayı götürecekler. Aynı şekilde Bergama Zeus Sunağı da Alman arkeoloğu Human'ın 1871 yılında yaptığı izinsiz kazı sonucu Berlin'e taşındı.
Yapılan kazıların büyük çoğunluğuna bakın hep yabancılar var işin başında. Niye? Bizim arkeologlarımız yok mu? Bazı kazılar üzerine yapılan çalışmalar durdurulduğunda ben hep çok üzülürüm. Çünkü durdurulma sebebi çok üzücüdür. Ödenek bulunmadığından ya da yetersiz ödenekten dolayı kazı çalışmaları devam etmez. Ta ki bir yabancı şirket, şahıs ya da devlet işin içine girene kadar. Ve hep merak etmişimdir. Bu yabancıların bu ülkedeki kazıdan elde edecekleri nedir? Onarın hevesle yaptıklarını neden bizim üniversitelerimiz, uzmanlarımız, araştırmacılarımız ve devlet yetkilileri yapmaz? Kendi tarihine, kültürüne bu kadar hain olabilir mi insan? Tarih bilinci verilmemişse olabilirmiş demek ki.
Ben Cumhuriyetimizin kurucusu Atattürk’ün de kemiklerinin sızladığına inanıyorum. O, o kadar ileri görüşlüydü ki, 1935-1937 yıllari arasinda 3 yıl'a yakın bir süre Meksika'da maslahatgüzar olarak calışmış olan Tahsin Mayatepek’i, Türkler ve Maya kültürü arasındaki bağlantıları araştırması amacıyla görevlendirmişti. Soyadının Mayatepek olması da tamamen bilinçli bir seçimden dolayıdır. Tepek Maya dilinde ‘tepe’ anlamına gelmektedir ve bu bile Maya diliyle dilimiz arasındaki benzerliklere işaret etmektedir. Atatürk’ün vefatıyla birlikte maalesef bütün bu araştırmalar da sona ermiştir.
Yazık ki tarihimiz ayaklarımız altında yok olup gidiyor. Yazık ki bir ülke kendi değerlerinin topluma ve tarihine kazandırılması konusunda yetersiz kalıyor. Yazık ki kendi tarihinin ve kendisine miras kalan kültürel birikimin farkında olmayan hatta olanlarsa düşman olan bir nesil yetişiyor.Bütün bunları gördükçe de benim içim acıyor.
Oysa tarihi eserlerimizi koruma altına alsak,bilgi veren panolarla çevirip ziyarete açsak, bulduğumuz her eseri, her yeri canımız kadar aziz bilsek, yıpratılmasına, çalınıp götürülmesine izin vermesek… Her kazıya, her araştırmaya kendimiz sahip çıkıp kendimiz liderlik yapabilsek, yabancıları sokmasak bu işe daha güzel, daha milliyetçi, daha vatansever bir yaklaşım olmaz mı?
Binlerce yıllık bir toplumsal değerler bütününe sahibiz. Bazen hak etmediğimizi düşünüyorum bu kadar zenginliği. Geçmişi bizim kadar eski olmayan ülkelere baktığımda buldukları tarihi eserlerine ne kadar sahip çıktıklarını görüyorum ve bir kat daha üzülüyorum.
Mesela hepimizin çok iyi bildiği dev taşlardan oluşan, İngiltere’deki Stonehenge'de buluntular üzerinde müthiş bir gizem oluşturulmuştur ve her dönemde binlerce insan bu taşları ziyarete gelir. İngiltere de bu ziyaretlerden inanılmaz büyük paralar kazanır. Yanına yöresine kimseyi yaklaştırmaz ve yapılaşmaya asla müsaade etmez.
Peki, bakın bakalım bizim tarihi eserlerimize: Hemen hemen hepsinin üzerinde yerleşim yerleri vardır, hatta o kadar ileri gidilmiştir ki yapılaşma konusunda, özellikle sahil bölgelerinde bulunan bütün tarihi eserlerin üzerinde en az bir tatil köyü konumlanmıştır. Bunun nasıl bir açıklaması olabilir ben bilmiyorum. Bilen varsa da görüşlerini paylaşırsa sevinirim.
Tamamen doğal koşulların ve insan vahşiliğinin eline bırakılmış tarihimize sahip çıkmamamızın bedelini ağır ödeyeceğiz diye düşünüyorum.
Hem bu uygarlıklardan; yüzlerce, binlerce yıl öteden bize söyleyecek sözü olanların yani Diyojen’in yani Heredot’un, Kibele, Midas, Homeros, Thales gibi çok değerli kişiliklerin ve Cumhuriyetimizin kurucusu ATA’mızın elleri yakamızdan düşmeyecek, hem de bu tarihimize, kültürümüze saygısızlığımız bizi çok fena çarpacak gibi geliyor bana.
Bilmem bu tarih hainliğimizin bedelini nasıl ödeyeceğiz?
Korkarım geçişini yok sayan, reddeden, sahipsiz bırakan ülkelerin başına ne geldiyse o olacak. Ya bu topraklarda tarihimizi yitirerek yaşayacağız, ya da tarihimize başkaları sahip çıkacak. Tıpkı baklavamıza, kahvemize, Nasreddin Hocamıza, Hacıvat-Karagöz’ümüze sahip çıktıkları gibi.
Paylaş