Paylaş
Hangi gazeteye baksak, hangi TV kanalına geçsek, sürekli cinayet haberleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Düşmanını öldüren insanların haberleri değil bunlar. Kendi yakınını, kendi aile bireylerini gözünü kırpmadan öldüren insanların haberlerini izliyoruz. Giderek artan sayıda cinayet işleniyor. Giderek artan sayıda insan kendi kanından, kendi ailesinden birilerini, bazen tüm ailesini yok ediyor, can alıyor, kan döküyor.
O kadar sıklıkla duymaya başladık ki bu cinnet kelimesini... Herkes cinnet geçiriyor. Bu sözcük iyice aklımıza yerleşiyor ve biz kanıksamaya başlıyoruz. Alışıyoruz.
Alışıyoruz birbirini öldüren, tüm ailesini topluca yok eden insanların haberlerini duymaya. Haber başlıkları ‘Cinnet geçiren aile üyesi’ olarak verilse de elbette ki durum dışarıdan göründüğü gibi değil. Ne olduğunu anlamak için biraz derinlere inmek lazım.
Öncelikle cinnet nedir, onu bilmekte fayda var. Günlük yaşamda ‘cinnet geçirmek’ olarak biliniyor ve kullanılıyorsa da aslı,‘cinnet getirmek’tir. Kelime Osmanlıca olup, cin tutulması ya da delilik anlamına geliyor. Psikolojide bir tür sinir krizi tanımlaması olarak kullanılıyor ama tam karşılığı yok aslında.
Ciddi psikolojik sorunu olanlarda görülen cinnet durumu bazen hiçbir sorunu olmayan insanlarda da ortaya çıkabiliyor. Özellikle ağır baskı altında kalmak, kendini aşağılanmış hissetmek, yaşadığı olumsuz durumdan çıkış yolu bulamamak gibi kişinin kendisini çok dar alanlarda sıkışmış hissettiği ya da kendini ifade etmekte yetersiz kaldığı durumlarda tetiklenebiliyor ve bu insanlar beklenmedik ağırlıkta şiddet olaylarına yönelebiliyorlar.
Şiddet, cinnetin toplumsal travmaya yol açan en ağır boyutudur.
Genellikle ciddi psikolojik rahatsızlığı bulunan bireylerin, örneğin şizofreni ya da demans gibi ağır bozukluklara sahip kişilerin uyguladıkları şiddette cezai ehliyetleri yok. Yani bu insanlar, ister ani bir öfke ya da cinnet anında, isterse keyfi olarak şiddet uygulasınlar, hiçbir ceza almıyorlar. Ancak bilinen adıyla psikopatların yani, asosyal kişilerin ve alkol madde bağımlılarının cezai ehliyetleri bulunuyor.
Cinnet geçirmek ya da cinnet getirmek bir anda olan bir olay gibi gözükse de aslında uzun birikimler sonucu oluyor. Üstelik kişi cinnet getirmeden önce yapmayı düşündüğü olayı en ince detayına kadar planlayabiliyor.
Örneğin eşinin kendisini aldattığından şüphelenen kişi, uzun uzun aldatıldığını gözüyle görmek amacıyla takipte kalabilir, bu arada onları yakaladığında ne tür bir ceza vereceğini hayalinde kurabilir. Kurguladığı olay gerçek olduğunda ise planladığı onca şey boşa çıkabilir, kontrolünü kaybederek kendisinin de beklemediği aşırı bir tepkiyle saldırganlaşabilir. İşte bu aşırı ve kontrolsüz tepki cinnet getirmeye kadar giden durumdur.
İlginç olan bir diğer nokta ise cinnet geçirmenin, kişinin eğitimiyle, sosyal ve toplumsal konumuyla, cinsiyetiyle ve yaptığı işiyle hiçbir ilişkisinin olmamasıdır.
Cinnet getirmek bazen ani bir tepki olarak meydana gelse de genellikle işaretleri önceden ortaya çıkar. Yakın çevremizdeki bireylerde;
gibi daha önceki yapısına da ters düşecek davranış değişiklikleri ya da davranış bozuklukları gördüğümüzde gereken uyarılarda bulunmak, takibini yaptırmak, tedavi almasını sağlamak önemli bir adımdır.
Her şeyin ötesinde bir de ülke olarak yaşanan krizlerin, siyasi gelişmelerin, sürekli bir savaş ve terör tehdidinin olduğu günümüzde bütün toplumu etkileyen olumsuzlukları görmezden gelemeyiz. Sosyal, siyasal ya da ekonomik tüm olumsuzluklar toplumu da olumsuz olarak etkiler, insanların psikolojik durumlarında hasarlara yol açabilir. Nüfusun ekonomik krizlerle mücadele etmesi, artan işsizlik düzeyleri, toplumu bir arada tutan kültürel ve sosyal değerlerdeki aşınma ya da yıpranma insanların hem birbirine hem de içinde yaşadıkları topluma olan güven duygularını tehdit eder. Gelecek endişesi yaşamak bir anlamda bugüne tutunamamaktır. Canlılar için en önemli tehdit unsuru varlığını sürdürmesine ve hayatına yönelik tehditlerdir. Bu açıdan terör ve savaş ortamları bireyler için en büyük tehdit olarak algılanır. Bu da beden ve ruh sağlığı üzerinde son derece olumsuz etkilere yol açar.
Yaşadığımız olaylar ve geldiğimiz nokta maalesef birbirimize olan saygı ve sevgi yerine maddi değerleri olan ve satın alınabilen tüketim araçlarının geçtiği ve birbirimizle olan insani ilişkilerin neredeyse yok olmaya yüz tuttuğu günler oldu. Her şeyin karşılığını ölçer, her şeyi satın alınır olarak görmeye başladık. Sevgi toplumundan uzaklaşıp tüketim toplumuna dönüştük. Acımasız, hatta zaman zaman vahşi bireylere dönüştük. İnsanlara, doğaya ve hayvanlara eziyet etmeyi, öldürmeyi, yok etmeyi doğal karşılamaya başladık. Kanıksadık.
Üstelik sadece tüketmeye yönelen, üretmekten, okumaktan, araştırmaktan, sorgulamaktan ve sormaktan uzaklaşan toplumların başına ne gelirse bizim de başımıza o geliyor. Değerlerimizi kaybediyoruz. Değersizleşiyoruz. Dolayısıyla kendimizi de değersiz hissediyoruz. İçine düştüğümüz kocaman boşlukları dolduramıyor son model cep telefonları, bilgisayarlar, teknolojik aletler. Artık açık açık söylemek ve görmek gerek. Yok ettikçe yok oluyoruz.
Ürettiğimizden daha çok tüketerek yok oluyoruz. Ektiğimizden daha çok biçtiğimiz için yok oluyoruz. Diktiğimizden daha çok kestiğimiz için, aynılıklara değil ayrılıklara odaklandığımız için yok oluyoruz. Topluca, toplumca cinnet getiriyoruz.
Geldiğimiz noktayı fark etmek belki bir adım atmamız için yardımcı olabilir. Belki olayları sadece bir bireyin cinneti olarak görmeyiz. Biraz daha birbirimize sarılmaya, tutunmaya ve hoş görülü olmaya ihtiyaç duyduğumuzu anlarız.
Umarım…
Paylaş