Paylaş
2000’li yılların başından bugüne hızla gelişen iletişim teknolojileri medyayı ve medya yoluyla tüketime sunulan her şeyi farklı boyutlara taşımış durumda. Uyku dışında günlük hayatlarımızın neredeyse tamamını teknolojik araçlarla internet ve sosyal medya platformlarında geçirdiğimiz bir gerçek olarak önümüzde duruyorken elbette ki bireylerin ve toplumların davranışları, algıları, tutumları, beklentileri yeniden şekilleniyor, değişiyor, dönüşüyor. Bir anlamda dünyaya bakışı, değerleri ve sosyal ilişkileri birbirinden farklı kuşaklar, internet ve teknoloji üzerinde aynı ailede, aynı anda, aynı dijital zamanı yaşıyor.
Günümüz insanının gelişen teknolojiyle birlikte hem bireysel, hem grup içi hem de kitlesel ilişkileri de etkileniyor ve değişime uğruyor. Artık bütün duygularımız ve davranışlarımız kitle iletişim araçları ve sosyal medya ağları yoluyla belirleniyor ve ne yaşanıyorsa kitlelere açık bir şekilde yaşanıyor. Sosyal linçten, yardım kampanyalarına, politik tartışmalardan, toplumsal hareketlere, şiddet, acı, kayıp ve yas süreçlerinden neşe, mutluluk gibi bütün insana özgü duygular ve durumlar bir uçtan diğerine savrulmamıza yol açabiliyor. Aynı anda her şeyi diplerden zirvelere yaşayabiliyoruz. Aynı gün içinde birilerini kutlarken, birkaç saat sonra baş sağlığı dilekleri paylaşabiliyoruz. Gerçek tensel ve duygusal temaslar olmadan, sadece sanal bir ortamda yaşanan bu duygular doğaldır ki bireyleri etkiliyor. Ancak bu kadar anlık yaşanan bu duygular ne kadar yoğun olursa olsun ne yazık ki aynı şekilde anlık süreçler içinde yerini bir başka duyguya bırakıyor.
Sosyal medyada bireylerin sergilediği kişilikler için ‘dijital kişilik veya sanal kişilik’ kavramı kullanılıyor. Birçoğumuz olduğumuzdan farklı davranıyor, farklı bir hayat yaşıyor algısı oluşturuyoruz. Fotoğraflarımız bile gerçeği tam olarak yansıtmıyor, hepsi filtreli… Aynı şekilde sanal platformlardaki iletişim ve ilişki kurmadaki sorunlar için de ‘dijital kişilik bozukluğu’ tanımı yapılıyor.
Sosyal Medya hayatımıza sadece olumsuz yönleriyle etki etmiyor, aksine pek çok olumu katkısı da var. Sevdiklerimizle görüşmemizi sağlıyor, ortak etkinlikleri duyurmamızı ya da öğrenmemizi, bilgi edinmemizi, kültürel aktiviteleri takip edebilmemizi de sağlayan aynı sosyal medya.
Artık başka bir özelliği daha konuşmak gerekiyor sosyal medya ile ilgili olarak. İyi hissetmemizi ya da kötü hissetmemizi belirleyen bir alan olarak bireysel hayatlarımızın tam ortana yerleşmiş durumda. Hep mutlu insanlar, en güzel, en yakışıklı eşler, partnerler, en iyi sofralar, en muhteşem evler, en bakımlı insanlar, en dertsiz tasasız yaşamlar, muhteşem kıyafetler, her an özel bir davete gidiliyormuş gibi giyinen kadınlar ve erkekler… Aslında biliyoruz bunların gerçeği yansıtmadığını ama içten içe de bu hayatlara imrenen ve o hayatlara benzer hayatlar yaşamadığı için üzülen, mutsuz olan insanlar olarak yaşayıp gidiyoruz.
Sosyal medya için kullanılan yeni bir kavram var: Gülümseyen Depresyon. Yapılan araştırmalar, sosyal medya kullanan bireylerin sanıldığı gibi gerçek bir mutluluk yaşamadıklarını, aksine büyük bir kısmının depresyonda olduklarını gösteriyor. Dijital kimlikleri ile gerçek kimlikleri ve benlik algıları arasındaki derin farktan kaynaklanıyor bu depresyon. İyi görünmek, beğeni almak, olumlu görüntü sergilemek adına olmadığımız bir kimliğe bürünmek, yaşadığımız sıkıntıları yokmuş gibi davranmak iyi hissettirmiyor, aksine kişiyi derin bir depresyona kadar götürebiliyor. Mutlu’ymuş gibi, iyi’ymiş gibi, zengin’miş gibi yaparak, ‘mış’ gibi hayatlar yaşayarak var olan hayatımızdan ve kendimizden uzaklaşıyoruz. Bu da gerçeklik algımızı bozuyor ve gerçek hayatımızla olan bağlantımızda sorunlar başlayabiliyor. Sosyal Medya beynimizdeki ödüllendirme merkezlerini, dopamin yoğunluğunu, doğrudan etkiliyor. Aldığımız keyif etkileşimlerle artıyor, azalıyor.
Sosyal medya bireyleri o kadar etkiliyor ki bazı insanlar gerçek hayattaki ilişkilerini bile sosyal medya üzerinden değerlendiriyor. Birbirini takip etmek, diğerlerinin paylaşımlarını mutlaka beğenmek, yorum yazmak, birbirini etiketlemek, yer bildirimi yapmak, açılan bir gruba dahil edildiyseniz mutlaka etkileşimde bulunmak gibi bir takım yazılı olmayan ama zorunlu kurallar var. Bu kurallardan birini bile ihlal ederseniz, sosyal medya platformlarında sizden beklenenleri yapmazsanız, gerçek hayattaki tanışıklığınız, arkadaşlığınız, ortak noktalarınız, geçmiş paylaşımlarınız bir anda değersizleşiyor. Takipten çıkmalar, engellemeler, gruptan çıkarmalar, görmezden gelmeler gibi tamamen çocuksu, dürtüsel tavırlarla karşılaşıyorsunuz. Çocuklarda da vardır, çekişirler, inatlaşırlar, tam ‘Al misketlerini, git bizim mahalleden’, ‘Ben sana küstüm’ durumları.
Sevgili dostlar, bunlar sosyal medya platformları ama aynı zamanda ‘sanal’ bir ortam. Kişiler bile çoğu kez gerçek değil. Sahte hesaplarla, sahte profillerle dolu bir yer. Bu kadar anlam yüklemeye, bu kadar önemsemeye, gerçek iletişim kurmak varken, sanal da olsa var olan ilişkilerinizi bozmaya gerek var mı?.. Okuyun, öğrenin, gülün, geçin. Nedir bu küsmeler, çocuk muyuz?
Bir yılı aşkın bir zamandır minicik bir virüs nedeniyle evlere kapandık, insana, çiçeğe, böceğe, sohbete hasret kaldık. Hiç mi bir şey öğrenmedik, hiç mi ders almadık? Biz birbirimize, o öteki dediğimiz insanlara muhtacız.
Bir gün de biri elektriği alır elimizden, teknolojinin fişini çekiverir birileri… Kim kimi ne kadar beğenmiş, kim takip etmiş, kim etmemiş, kim grupta paylaşım yapmış, kim yapmamış hepsi o sanal ortam çöplüğünde uçar gider. Bomboş ekranlarla, elimizde milyarlık cihazlarımızla kalıveririz. Demem o ki siz siz olun, sanal ortamlara gerçek muamelesi yapmayın.
Kafamızı kaldırdığımızda yüzüne bakacak insanlarımız olsun.
Paylaş