Paylaş
Soma’da yaşanan felaket hepimizi derinden yaraladı. Maden ocakları, çalışma koşulları ve yer altında var olan bir dünya olması sebebiyle biz yer üstündekiler için zaten hep bilinmezlerle doluydu. Zaman zaman yaşanan göçükler ve kurtarılamayan işçilerle yıllar boyunca hepimizin kafasında maden ocaklarına dair olumsuz bir kavram oluşmuştu. 'Maden ocakları tehlikelidir, çökmeler olabilir ve işçilerin ölümüyle sonuçlanabilir' diye düşünürdük. Soma’da facia olduğunda Başbakanın “Bu işin fıtratında bunlar vardır” demesinin altında yatan da budur. Ancak artık dönem teknoloji devri, artık iş ve işçi güvenliği uluslararası anlaşmalarla kabul ettiğimiz sorumluluklarımız arasında. Özellikle bu tür iş ortamları için çok ciddi güvenlik önlemleri alınmak zorunda, en ufak bir ihmalin cezası çok ağır olabiliyor.
Yaklaşık 4 yıl önce Şili’de yaşanan maden kazasında göçük altında mahsur kalan 33 işçi tam 69 gün sonra sapasağlam kurtarılmıştı. O kazanın olduğu günlerde ülkemizdeki ilgili ve yetkililer “Bu kaza bizde olsa 3 günde kurtarırdık” demişlerdi. İnsan kınadığıyla terbiye edilirmiş derler. Büyük lokma yut, büyük laf söyleme derler. Tam 4 yıl sonra daha büyük bir facia ülkemizde oldu, biz 3 günde işçilerin cansız bedenini dahi çıkaramadık. 4 yıl önce böyle büyük büyük sözler söyleyen bir ülkenin öncelikle böyle kazalara sahne olmamasını bekliyor insan. Hadi diyelim ki kaza oldu, bu kadar büyük can enkaz altında kalmamalıydı; hadi diyelim ki o da oldu, bu canlar sağ kurtarılmalıydı. İnsana sorarlar, '4 yıl önce Şili’yi eleştirip biz 3 günde kurtarırdık diyen bir ülke 4 yıl sonra neden kendi işçilerini kurtaramıyor?! Ancak az önce basından öğreniyoruz ki maden ocağı sahibi 3 yıldır madene uğramamış bile. Sağlıklı ve güvenli çalıştırılan bir işletmede iş sahibinin her daim orada olmasına gerek yok elbette. Ama maden mühendisleri açıklama yapıyorlar, böyle bir kaza mümkün değil; maden işletmesinden yetkililer açıklama yapıyor, bu kazayı açıklayamıyoruz. Peki, bütün bir ülkeye nasıl açıklayacaksınız? Yakınlarını kaybeden insanlara, o çocuklara nasıl açıklayacaksınız? Çöküntüde kalan cenazeler olduğunu söylüyorlar, çıkaramayacaklarını açıklıyorlar. Hani elin Şili’sindeki sorunu 3 günde çözebiliyorduk biz? Kim ne derse desin, bu kaza herkesin altında kaldığı ve sonuçları asıl bundan sonra daha ağır olarak ortaya çıkacak büyük bir travmaya yol açtı. Sadece işçi ve çalışanların yakınlarının değil, hepimizin yanıp kavrulduğu çok büyük bir travma olarak hafızalarımızda yeri kalacak. Bu kadar büyük acı toplumsal hafızamıza büyük yaralar açıyor.
Hayatın içinde elbette her şey var; doğum var, ölüm var, kaza var, ihmal var, felaket var, insan hatası nedeniyle olan ölüm de var. Biz yıllardır hala trafik kazalarıyla işlenen cinayetleri bile önleyemedik. Bütün bu sorunlar aşmamız gereken büyük sorunlar olarak önümüzde duruyor hala. Bu nedenle kaybedilen canlar var ama bu kadar büyük kayıplar daha büyük travmalara yol açıyor. Diğer ölümler daha lokal duygular olarak yaşanıyor, daha az sayıda insanı etkiliyor ve o az sayıda insanın acısı çoğunluklar arasında eritiliyor, atlatılmaya çalışıyor. Ancak Soma’daki gibi büyük kayıpların travması da büyük oluyor ve başa çıkmak daha zor. Çünkü kime baksanız acı yaşıyor, kiminle konuşsanız yakınını kaybetmiş. Dolayısıyla acı eriyip yok olmuyor, aksine katlanarak artıyor. Bu durumda sivil toplum örgütlerine ve meslek odalarına büyük işler düşüyor.
Burada da gördük ki bu örgütler hızla organize olup büyük adımlar atmaya başladılar. Örneğin TED okulları Soma faciasında hayatını kaybedenlerin çocuklarına kapılarını açtığını duyurdu. Üsküdar Üniversitesi de 16 kişilik bir kriz müdahale ekibi PSİKOAKUT'u oluşturdu. Acılı ailelere, çocuklara ve Soma halkına psikolojik destek verilecek. Türk Psikologlar Derneği Travma ve Krize Müdahale ekipleri de Soma'daki acılı aileler için kriz masası oluşturdu. Birçok gönüllü birlikte hareket etmeye yönelik ciddi projeler üretip hızla hayata geçirmeye başladı. Mutlaka bu kazanın yaraları da sarılacak, bu da aşılacak.
Ama elbette ki unutulmuyor, acılar unutulmaz, acıya alışılmaz, sadece acıyla yaşamaya alışılır.
Yaşanan felaketi daha farklı bir yere taşıyan, kurtarılıp sedyeye yerleştirilmeye çalışan bir işçinin söylediği bu sözler oldu. Bütün ülkenin canını yakan o bir çift cümle bu kazada sorumluluğu olan, ihmali olan herkesin üzerinde ömür boyu sürecek çok ağır bir vebal bıraktı. Bu söz aslında büyük bir onurun, saygının göstergesi olarak algılansa da aslında çok büyük bir ezilmişliğin ifadesidir. Kendisini bir sedyeden daha değersiz gören bir öğretinin ifadesidir. Kimse kusura bakmasın, hala birey değil kendimizi kul olarak gördüğümüzün simgesidir. Yıllardır itilip kakılmaya, bağırılıp, azar işitmeye alışmış ve bunun da doğru olduğuna inandırılmış bir toplumun bireyleriyiz. Makam sahibi olanların kendisini o makama getirenleri küçük görüp aşağıladığı, o makamın yetkilerinin insanlara hizmet için verildiğini unutup hizmet etmesi gereken insanlara bağırmayı normalleştiren bunu da bize kabul ettiren bir zihniyetin ifadesidir. Bir tarafta bu kadar ezilmişlik, bir tarafta bu ezilmiş insanların yaşadığı kazayı normaldir diye doğal karşılamak, bir tarafta başkalarına akıl verip biz daha iyisini yapabilirdik demek, bir tarafta da kendi işçisini kurtaramamak. Bunlar normal değil, normal olmamalı, hiçbirimiz de normal görmemeliyiz. Görürsek daha beterlerini yaşayıp daha büyük travmalarla yüz yüze kalacağız.
Kısacası güzel kardeşim, sen çizmelerini çıkarma onlar ayağında kalsın, biz insanlığımızı giyelim.
Ölümler hepimizi çok sarsıyor, çünkü ölüm artık bir son. Bu hayatta sevdiğimiz yakınlarımızı bir daha görmeyecek olmanın verdiği acıyla daha zor bir süreç. Ancak asıl çocuklar için zor. Özellikle okul öncesi ve ilkokul dönemindeki çocuklara anlatmak kolay değil. Anlasalar da kabullenmeleri daha güç. Okul öncesi çocuklar için ölüm anlaşılır bir şey değil, okul çağındaki çocuklar anlayabiliyorlar ama onlar için de kabullenmek zor ve neden sorularına cevap bulmakta sorun yaşıyorlar. Bu süreçleri atlatmakta yetişkinlere büyük görev düşüyor. Yaşanan yas sürecinde acıyı örtmeye çalışmak yerine konuşmak gerek. Özellikle çocuklar açısından özlemlerini, öfkelerini, acılarını ifade etmelerini sağlamak gerek. Bunun için de konuşmak, konuşup anlatmasına fırsat vermek, yazarak, resim çizerek duygularını dışarı dökmesine zemin hazırlamak gerek. Çocuklar bu tür travmaları biz yetişkinlerden daha kolay atlatabilirler. Yeter ki doğru destek alsınlar, doğru tutumlarla yönlendirilsinler. Hayata tutunmaya çalışan aile bireyleri çocuklar için önemli bir örnek oluyorlar. Ancak yaşamsal faaliyetlerini en aza indirmiş bir anne, sürekli olarak çöküntüde kalan aile bireyleri çocuklar için bu süreci atlatmalarının önündeki en büyük engel.
Hayat geriye doğru değil, ileriye doğru akıyor. O nedenle yaşama dönük durmak için çocuklara sarılmak, onlarla birlikte hayat tutunmak gerekiyor. Çocuklar ağabeylerini, babalarını, anneler oğullarını, kadınlar eşlerini kaybetti. Ölümün maalesef geri dönüşü yok. Birçok duygu yarım kalıyor, birçok şey yaşanamadan bitiyor. Ve asıl üzücü yanı şu ki:
Ölümden geriye söylenememiş duygular kalıyor. Çocukların en çok sorduğu soru bu, babama bir daha onu sevdiğimi söyleyemeyecek miyim?
Bu soruya yanıtı olan var mı?
Hepimizin başı sağ olsun, bütün kayıplarımıza Allah rahmet eylesin.
Not: Ülkemizdeki maden kazaları ve ölüm oranlarını görmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Soma kazasında yakınlarını kaybedenlere ve babasız kalan çocuklara yardım edebilmek, örgütlenebilmek amacıyla benim de içinde yer aldığım bir grup kurduk. Hepinizi bu gruba üye olmaya, destek vermeye çağırıyorum. Grubumuz kesinlikle para yardımı toplamak amacıyla değil, organize olup eğitim, psikolojik destek, iş ve çalışma koşullarında yardımcı olmak amacıyla kurulmuştur. Lütfen bizi yalnız bırakmayın, bizimle olun.
Paylaş