Paylaş
Yine olumsuz haberlerle yattık, sabah yine olumsuz haberlerle uyandık. Yine canlar yok oldu, yine televizyon kanallarını açamayacak hale geldik. Ne kadar mutsuz haberlerle dolu günler yaşıyoruz. Bir gün bir öncekinden daha mutsuz bitiyor giderek.
Genellikle sıradan haberler gibi görmeye alıştık. Alıştırıldık biraz belki de. Nasılsa bizde değil, nasılsa bizim insanımız değil diye bakar olduk. Oysa bu bakış, insanlığımızı kaybetmeye başladığımızın göstergesidir.Nasılsa bizden değil dediğimiz her can kaybı, bizden olana karşı da duyarsızlaştığımızın işaretidir.
Bu tür bir duyarsızlaşma toplumsal çözülmeyi de getiriyor bilmem farkında mısınız?
Benim gibi düşünmeyen, benim tuttuğum takımı tutmayan, benim inandığıma inanmayan, benim gibi yaşamayan, benim gibi giyinmeyen diyerek çok travmatik ayrışmalara gidiyoruz. Hani o ‘benim gibi olmayan’lar bizim kültürel zenginliğimizdi. Hani bizim gibi düşünmeyenlerle çok renkli bir mozaiktik. Noldu şimdi ve nasıl geldik o düşüncelerden bu düşüncelere?
Üstelik ‘Yaratılanı hoş gör, Yaratan’dan ötürü’ diyen Yunus Emre bu topraklarda yaşamadı mı? Mevlana değil miydi bize ‘Ne olursan ol, gel’ diyen?
Biz o ve onun gibi gönlü yüce insanların torunları değil miyiz? Demek ki değilmişiz. Ya da bize bir şeyler olmuş, sığlaşmışız, kalbimizi kin bağlamış.
Yıllarca Osmanlı İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü imparatorluk topraklarında Ermeni, Rum, Arnavut, Bulgar, Rus, Arap bir arada ve kimse kimseye müdahale etmeden, aksine birbirine karşı sonsuz bir hoş görüyle yaşamışken bugün bu ötekileştirmek niye?
Kim bu ayrımcılıktan fayda sağlayacak iyi düşünmek lazım. Bizim birbirimize düşmemiz, kimlerin işine yarayacak? Kurt dumanlı havayı sever, bu sisli dumanlı ortamda kimlerin oyunları oynanacak? Aynı dinden insanların dahi bir takım farklılıkları öne sürerek kendi insanını düşman görmesi, bu tahammülsüzlük ne kazandıracak?
Oysa farklılıklar değil, benzerlikler vurgulanmalı. Ayrımcılık değil, birleştiricilik olmalı. Tüm dünyanın bugün gelinen teknolojik gelişmeler nedeniyle artık evimiz kadar küçük hale geldiğini görmüyor muyuz? Dünyanın öbür ucundaki bir olaydan birkaç saniye içinde buradaymış gibi haberdar olmuyor muyuz?
Başkasının farklılığından rahatsızlık duymak nereden çıktı? Biz insanların ayıbını görmez kusurlarını kapatan bir toplumken, pişen yemeğin kokusu gider düşüncesiyle aşımızı paylaşırken, ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ diyen bir dine mensubuz derken noldu bize? Nasıl geldik buralara?
Üniversitelerimizde gencecik çocuklar birbirine düşman gibi mi davranmalı? Böyle mi yetiştirdik çocuklarımızı? Birbirimizi en küçük anlaşmazlıkta vurup kırmalı, yaralamalı öldürmeli miyiz? Linç psikolojisi bu kadar kolay tetikleniyorsa durum çok ciddi demektir. Oysa bundan yıllar önce de aynı oyunlar oynandı,aynı ateş çemberinden geçtik hep beraber. Çok acılar yaşandı, çok insanımızı yok yere kaybettik. Ders almış olmalıydık ama almamışız belli ki.
Üzerinde yaşadığımız topraklar çok değerli, hem çok ağır bedeller ödenerek kazanıldığı için, hem bulunduğu yer çok önemli olduğu için.
Dünyanın merkezinde oturuyoruz. Elbette konum olarak birçok ülkenin ya da örgütün, yapılanmanın gözünü diktiği bir yer olacak. Ancak biz bu güzel ülkenin vatandaşları olarak nasıl böyle ucuz oyunlara inanabiliriz, nasıl görmeyiz amaçlanan şeylerin neler olduğunu?
Komşumuzu, arkadaşımızı, kendi insanımızı nasıl düşman olarak görebiliriz, akıl alacak gibi değil.
İnsanlara "Siz hangi ötekisiniz? diye sormak yerine, bence yine kendi geçmişimize dönme vaktidir. Çok değerli düşünürleri, şairleri, yazarları, halk ozanlarını doğurup büyütmüş bu topraklarda onların bize bıraktıklarını tekrar hatırlama vaktidir.
Yüzyıllar ötesinden boşa söylenmedi o sözler.
Siyasetten anlamam, siyaset yapmam. Sadece geldiğimiz noktadan mutsuzum. İnsanımız adına, ülkemiz adına, geleceğimiz adına kaygılıyım. Kurtuluş savaşlarını alnının akıyla kazanmış bu ülke sıkıntılı ve zor zamanları da yine beraberlikle aşacaktır, ayrışarak değil.
Bana benzemiyorsun, çünkü… cümlesi yerine; aynı bana benziyorsun,çünkü… demek zamanı.
Çünkü zaman ‘sen ötekisin’ diye birbirimizi dışlamak yerine, bir arada durma ve anlaşma zamanı.
Bu karışık ve sıkıntılı zamanlarda Mevlana’nın 7 öğüt’ünden alacağımız çok şey var. Bir kez daha, hatta tekrar tekrar, belki yüzlerce defa daha okumak ve kavramak zorundayız.
İçine düştüğümüz açmazlardan çıkmamıza yardımcı olur dileğiyle bu yazımı Mevlana’nın 7 öğüdüyle bitiriyorum.
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülülükte deniz gibi ol
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Paylaş