Paylaş
“Şimdiki aklım olsaydı, mesela şu yaşımda sahip olduğum bilgilerle 18-20 yaşıma dönebilseydim” diyenlerimiz ne çoktur. Psikolog Serap Duygulu ile bu konu üzerine bir terapiye ne dersiniz? Arkanıza yaslanın ve şimdiki aklınızla geçmişe dönmeyi bir düşünün…
Gerçekten de ne güzel olurdu, geçmişe bilgiyle donanmış olarak dönsek. Leb demeden leblebiyi anlasak. Geçmişte yapamadığımız için pişmanlık duyduğumuz ne varsa onların bilincinde olarak o yıllara dönsek ve eksiklerimizi tamamlasak…
Bazen de geçmişe duyduğumuz özlem o kadar ağır basar ki, bir an zaman dursa ve o yıllara dönüversek isteriz. Bütün sevdiklerimiz bir arada olsa yine, ölmüş yakınlarımızın eski halleri, o tadına doyulmaz günler kucak açsa bize. Bir adım atsak ve burnumuzda tüten ulaşılmaz günlere dönsek.
En çok özlem duyduğumuz yıllar çocukluğumuza ait olanlardır genellikle. Çok kötü yıllar geçirmiş olsak bile özleriz yine de. Özlediğimiz şey, yaşadığımız olumsuzluklar, yoksulluklar değildir. Çocuk olmanın masumiyeti, yapmak isteyip yapamadıklarımızdır. Ya da annemizin yaptığı kekin kokusu, babamızın yüksek sesi, kardeşimizle yaptığımız kavgaların eğlencesidir.
O yıllarda bizim için anlamı olmayan ne varsa yıllar geçip de yaşlar büyüyünce anlam kazanır, değer bulur. Her sohbet ortamında anlatılır, burnumuzun direğini sızlatan olaylar buruk gülümsemelerle bir kez daha yad edilir. Her anıyı ‘şimdiki aklım olsaydı’ cümlesi bağlar bu güne ya da ‘keşke’ deriz. ’Keşke, annem/ babam yaşıyor olsaydı, keşke o sözü demeseydim, keşke okulumu bitirseydim, keşke onunla evlenseydim (ya da evlenmeseydim), keşke bilseydim, keşke, keşke, keşke…
Ama acaba gerçekten de beklediğimiz ve umduğumuz kadar güzel olur muydu o yıllara dönmek? “Hadi bakalım, ey acemiliklerim, ey hatalarım, ey hayat bana eski oyunlarını oyna da görelim!” demek aslında hep olmasını beklediğimiz şey midir? Hiç düşündünüz mü?
Diyelim ki, 30 yaşındayız ya da 40 yaşımıza merdiven dayadık. En çok özlediğimiz de lise dönemine ait güzel arkadaşlıklar, çekilen kopyalar, dersten kaçmalar. O zamanlar o kadar toyuz ki, aklımızda hiçbir kötü niyet yok. Sadece arkadaşlarla hoşça vakit geçirmeyi düşünüyoruz.
Ve birden, aradan geçen bunca yılda edindiğimiz bütün deneyimle, hep arzu ettiğimiz o yıllara ve o yaşa dönüveriyoruz. Sürprize bakın, beden yaşımız 15-17 ama ruh yaşımız, hayat yaşımız 35-40. Var mı bir cazibesi o yıla dönmenin bunca deneyimle beraber? Biliyor olacağız çünkü sınıf arkadaşımızın bize bakışının ardındaki amacı.
Cebimizde bir kola parası ya var ya yok, yan sınıftaki arkadaşımız da bize bakıyor mu diye düşündüğümüz zamanla, kırk yılın yaşanmışlığı arasında dağlar kadar fark var. İşte o fark çok şey fark ettirir hayatımızda. Ve emin olun, asla cazip değildir yıllar öncesine uçup gitmek. Anılara her zaman yer bulabilirsiniz hayatınızda ama yaşanmış yıllar asla yer bulamaz geri döndüğünüzde.
Şimdi düşünmeye devam edelim o zaman. Diyelim ki, döndünüz o çok istediğiniz yıllara. Peki bin bir güçlükle sahip olduğunuz ve bu yaşa getirmek için ömrünüzü verdiğiniz yavrularınız ne olacak? Siz eski yıllara dönerken onlar hayatınızda var olmayacak. Evlilik gününüz de olmayacak, okulu bitirdiğiniz gün de. Bilmem çok sevimli görünüyor mu ama bütün o yorucu, yıpratıcı süreçleri yeniden yaşayacaksınız ve sonuçta ne elde edeceğinizi bilerek uğraşacaksınız.
Üstelik de o kadar olgun, o kadar bilmiş olacaksınız ki, akranlarınızın konuşmaları size saçma gelecek. Onları çok saf bulacaksınız ve belki de kendinize çok kızacaksınız. “Ben nasıl bu kadar aptal olabildim, bu hataları nasıl yapabildim?” diyeceksiniz. Akranlarınızın sizi dışladıklarını göreceksiniz ve geçmişte yaptığınız konuşmalar, sohbetler eski tadı vermeyecek. Hatta sıkılacaksınız, mutsuz olacaksınız.
Şimdiki aklınız olsaydı, geçmişte ne yapardınız sorusuna yanıt aramak yerine, “Şimdiki aklınızla bu hayatınız için ve bu gün ne yapabilirsiniz?”sorununa verecek bir yanıt bulmalısınız. Yanıtınız yoksa, her şey boş.
Paylaş