Paylaş
Geçtiğimiz günlerde Türk televizyonlarında bir ilke tanık olduk. Canlı yayında Seda Sayan’ın bir katille sohbet ettiğini görmek neredeyse herkesi şok etti.
Daha önce Flash TV’de canlı yayına katılan ve iki eşini öldürdüğünü açık açık itiraf eden adam, canlı yayından kovulmuştu. Oradan kovulan adam, aylar sonra Seda Sayan’ın programına davet edilmiş ve altın tepside sanki çok masumane işler yapmış gibi izleyiciye seyirlik olarak sunulmuş oldu.
Programı yayın sırasında izlemedim, sonrasında izledim ve hakikaten inanamadım. Üstelik Seda Sayan, programına tepki gösteren herkesi suçluyor, küçümsüyor ve eleştiriyor. Lafı dolandırmadan, eğip bükmeden söylemek gerek, rating savaşları uğruna değerler sömürülüyor, duygular ayaklar altına alınıyor ve sevgili Seda Sayan tüm izleyiciden alkış ve takdir bekliyor.
Rating, izlenme oranları anlamına gelir. Her şeyin ticarete döküldüğü ve rekabetin akıl almaz boyutlara ulaştığı dönemde rating için her tür ilgi çekme yöntemi (kabul etmesek de) belki anlayışla karşılanabilirdi. Ama konu insan hayatı olunca kimse kusura bakmasın, göğsümü gere gere ‘sizin ticaretiniz batsın’ demek istiyorum.
Türkiye’nin en büyük iki sorunundan biri terör, biri kadın cinayetleri iken ve hala bu konu en hassas noktamızken, siz yayın yapacaksınız, izlenme rekorları kıracaksınız diye insan hayatı üzerinden kendinizi var etme savaşına insanların çanak tutmasını bekleyemezsiniz.
Olayın iki tarafı var aslında: Seda Sayan’ın ve programın yaptığı, bu tür olumsuz örnek oluşturan kişileri toplum önünde aklamak, normalleştirmek ve doğal karşılamamıza yol açmak. Bize düşense Seda Sayan’ın yayın adı altında yaptığı çirkinliği artık görmezden gelmemek, aksine herkesin görmesini sağlamak.
Çünkü bu program Seda Sayan’ın artık bir şey üretemediğini ve sırf ekranlarda olabilmek adına çirkinliklere ve yanlışlara kucak açtığını yani aslında ışığının sönmek üzere olduğunu gösterir.
Son yıllarda şöyle bir söylem var: Demokrasi var efendim, istemeyen izlemez. Kanalın düğmesine basarsınız kapanır ya da başka kanallarda başka programları izlersiniz.
Bu kadar basit, bu kadar hafif bir savunma olamaz. TV ekranları herkesin her an, her dakika ulaşabildikleri, izledikleri ve onların dışarıya açılan pencereleri aslında. Biz siz istediğiniz gibi yayın yapacaksınız diye, evimizde, en mahrem en savunmasız anımızda dahi sizden gelecek görüntülere tanık olmak zorunda mıyız?
Çocuklarımız için demokrasi kavramı yok henüz, onlar için anne baba otoritesi ve koruması var. Kanal değiştirirken dahi, ekranlardan yansıyan şiddet, kavga, küfür görüntülerini izlemek zorunda mıyız?
Demokrasi dediğimiz şey, düşünceler için, yaşamlar için geçerlidir. Şuursuz yayıncılık için değil.
Kaldı ki Seda Sayan’ın şarkıcı kimliğiyle tanıyoruz ya da gündüz kuşağında kadın programı yapan bir insan olarak biliyoruz. Pekala evde TV açık kalabilir, Seda Sayan’ı gören ev halkı şarkı dinlemek isteyebilir, konuklarını merak edebilir, kısaca Seda Sayan’ı izlemek isteyebilir.
Müzik beklerken şöyle bir soruyla konuşmayla karşılaşmanın ne tür bir açıklaması olabilir:
Bu kadar güler yüzlü bir katil gördünüz mü?
Evet görmemiştik ama sayenizde bir katilin ekranlarda nasıl masumane hale getirildiğini gördük.
Programların şiddete düşkünlükleri de yeni değil aslında. Daha önce Songül Karlı’da eşini 43 yerinden tornavidayla yaralayan adamı canlı yayında programına çıkartmış ve "Beyefendi bir adam" demişti.
Eğer bu konuklar ve görüntüler normalse, o zaman uyuşturucu satıcıları da yayına çıkabilir ve kötü bir iş yapmadıklarını aslında evlerine ekmek götürmek için bu işi yaptıklarını söyleyebilirler.
Ve yine fuhuş sektörünün önde gelen temsilcileri de yayına katılabilirler, hatta sponsor bile olabilirler ve kızlarımızın, kadınlarımızın kötü bir yolda olmadıklarını, aksine onların para kazanmalarını desteklediklerini anlatabilirler.
E artık eşini öldüren katillere de ekranlar serbest olduğuna göre demokratik gelişmemizi tamamladık sayılır.
Seda Sayan oturup önce kendisini eleştirmeli ve nasıl böyle bir hatanın içine düştüğünü sorgulamalıdır. İlkeli yayıncılık bunu gerektirir, sorumluluk bunu gerektirir, annelik ve insanlık bunu gerektirir. Sonrasında da insanlara sözlü saldırıda bulunmak yerine ‘evet, yanlış yaptım, özür dilerim’ diyebilmelidir. İnsanlar zaman zaman maksadı aşan şeyler yapabilir ya da söyleyebilir. O zaman da en doğru şey çıkıp uygarca yanlışı kabul etmek ve özür dilemektir. Sizi eleştiren herkes yanlış olamaz. Herkesin sizi eleştirdiği yerde bir an durup düşünmek lazım: Tek doğru ben miyim?
Bu tür yanlış davranışlar yapan insanları, yaptıkları yanlışla topluma sunmak ve o yanlışları vurgulamak bütün toplumun gözünde o davranışı ya da yanlışı normalleştirmeye hizmet eder. Özellikle çocuklar ve gençler için son derece olumsuzdur. Şiddete tanık olmak ya da savunulduğunu görmek onların da bu olayı doğal karşılamalarına, hatta şiddete karşı duyarsızlaşmalarına yol açar. Araştırmalar şiddetin, çok küçük yaşlarda öğrenilmeye başlandığını gösteriyor. Yani evde, okulda, arkadaş ortamında ve elbette gözümüzün en çok üzerinde olduğu TV’de gördüğü andan itibaren çocuk beyni gördüklerini kaydetmeye ve işlemeye başlıyor.
Olayın en olumsuz tarafı, özellikle çocukların durumu bir oyun olarak algılamalarıdır. Çünkü okul öncesi çocuklar için öğrenme, modelleme yoluyla ve oyunla olur. Çocuklar "mış gibi" yaparak oynarlar ve öğrenirler. Birçok anne baba bilir. Çocukları doktormuş, gibi, öğretmenmiş gibi, anneymiş, babaymış gibi oynar. Bu görüntüleri izleyen, duyan, öğrenen çocuklar için ‘hadi şimdi sen ölmüş gibi yap, hadi ben seni öldürmüş gibi yapayım’ demek de oyun işidir. Üstelik bunu dediklerini, hatta böyle davrandıklarını da artan çocuk suçlu oranlarından biliyoruz. Eskiden çocukların, gençlerin kavgaları ufak itişmelerden, bir iki vurmadan ibaretken şimdi toplu saldırılara, silahla öldürmeye kadar gitti. Kendi anne babasını, yakınlarını, hatta okul arkadaşlarını, öğretmenlerini öldüren ne kadar çok çocuk olduğu istatistiklere yansımış durumda.
Kadına yönelik şiddeti önleme konusunda hala bebek adımlarının atıldığı ülkemizde, göz göre göre ölüme giden kadınları nasıl koruyacağımızı konuşmak yerine, bir adamın eşini nasıl ve neden öldürdüğünün konuşulduğu programlar yapılıyor ve izleyici bulabiliyorsa hepimizin utanç duyması gerekir.
Oysa biz utanmadan programın savunulduğunu görüyoruz.
Hayatın her alanında başlangıç, gelişme ve bitişler vardır. Bu programlar ve programcılar için de geçerlidir. Sönen yıldızlar kendi kara deliklerini oluştururlar ve çevrelerindeki her şeyi içine çekerek yok olurlar.
Umalım ki, yıldızlar sönerken oluşan kara delikler değerlerimizi ve öz saygımızı da yok etmesin.
Programı eleştirenlere Seda Sayan çok kızmış: Siz kimsiniz? diye söylenmiş.
''İnsan ve Toplum Bilimciyim. Ama önce bir kadın ve bir anneyim. Uygun mudur?''
Paylaş