Paylaş
Geçtiğimiz günlerde 3 kişiyi öldürdüğünden şüphelenen bir zanlıyı arama çalışmalarını hepimiz meraklı ve endişeli bir şekilde takip ettik.
Uzun süren çalışmalar sonucu zanlının yakalanmasıyla birlikte herkes rahat bir nefes aldı. Geniş kitlelerin etkilendiği bu ve benzeri olaylarda, medyanın da aktif rol alması ve halka doğru bilgiler verilmesi çok önemlidir. Hukuk, psikiyatri ve psikoloji alanlarında uzman kişilerce farklı mecralarda doğru ve sağlıklı bilgi paylaşımı yapılması hem toplumun bilinçlenmesine katkıda bulunur hem de olumsuz durumlara karşı uyanık ve tedbirli olmamızı sağlar.
Toplumun sağlıklı bilgilendirilmesi önemlidir zira bilgi yetersizliği ya da bilgi kirliliği kafaların daha çok karışmasına yol açar ve doğru bilinen yanlışlar olarak akıllarda yer eder. Nitekim bu olayda da suç işleme davranışlarının altında yatan nedenler ve bunların psikolojik yansımalarıyla ilgili yeterli ve doğru bilgi paylaşılmadan yalnızca olay üzerine yoğunlaşıldı. "İnsanlar, neden ve nasıl bu noktaya gelebilirler, davranış bozukluklarını nasıl anlayabiliriz, kişilik bozuklukları nedir ve tedavisi var mıdır?" gibi soruların yanıtları tam olarak verilemedi. Bu yüzden bu ve benzeri diğer olaylarla ilgili olarak günlük hayatta sıkça kullanılan “psikopat”, “sosyopat” ve “antisosyal” kavramlarından ve aralarındaki ilişkiden bahsetmek istiyorum.
Psikopati ve sosyopati, aslında bir kişilik bozukluğu olan antisosyal kişilik bozukluğu ile aynı anlamı taşır. Antisosyal kişilik bozukluğu olan kişiler, günlük hayatta sıkça kullandığımız terimler olan psikopat ve sosyopat olarak tanımlanabilirler.
Geçmişteki araştırmalarda psikopatlığın nedenleri incelenirken; bunun aslında psikolojik nedenlerden çok, sosyal ve toplumsal nedenlerden kaynaklandığı görüşünün gelişmesiyle birlikte bu terimin yerini sosyopat kelimesi almıştır. Yani temelde aynı şeyi yansıtırlar, ancak aralarında küçük farklılıklar vardır.
Özetle, kişinin psikopatolojik olarak aldığı tanıdan bahsederken antisosyal; sorunlarının daha çok toplumsal ve çevresel nedenlerden kaynaklandığı varsayılırsa sosyopat, daha çok kendine dönük ve psikolojik problemleri olan birini nitelendirirken ise psikopat kelimesi kullanılır.
Bu kişilerde görülen ortak davranışlara bakıldığında;
Bu davranışları gösteren kişilerin çocukluk çağındaki yaşantıları incelendiğinde ise bazı ortak noktalar görmemiz mümkün.
Bunlar:
Bu bozukluğun sebeplerinde kalıtım ve çevre bir arada etkilidir. Eğer aile bireylerinden birinde varsa, çocukta da görülme riski fazladır.
Ancak genetik yatkınlık olduğu halde sağlıklı bir aile ortamı ve sosyal gelişim sağlanırsa, risk olmasına rağmen bu bozukluk ortaya çıkmayabilir. Ya da ortada genetik bir faktör yoksa ve güvensiz bir aile ortamıyla sorunlu bir sosyal gelişim görüldüyse kişide bu bozukluğun görülme olasılığı vardır.
Toplumumuzda ise erkeklerde, kadınlara oranla 3 kat daha fazla görülür. Kişi 18 yaşından küçükse davranım bozukluğu, 18 yaşından büyükse antisosyal kişilik bozukluğu tanısı alır. Genellikle yetişkinlikte olumsuz deneyimlerden ders alınmadığı için düzelme olasılığı azdır.
Ancak 40-50’li yaşlara gelindiğinde bu davranışlar bir miktar yatışabilir. Saldırgan ve sorumsuz davranışlarda azalma görülebilir.
Bu bozukluk bazen başka hastalıklarla birlikte görülebilir veya ayırt edilemeyebilir. Nitekim narsistik kişilik bozukluğu dediğimiz, başkalarının duygularını aldırmayan ve kibirli olma haliyle tanımlanabilen bozuklukla ortak belirtileri vardır. Ancak narsist kişilerin saldırgan davranışlarda bulunmamaları aradaki en önemli farktır.
Birlikte görüldüğü bir diğer bozukluk ise alkol ve madde bağımlılığıdır. Madde bağımlısı kişiler, madde arama veya bırakma sırasında yasaya aykırı ve saldırgan davranışlarda bulunabilirler. Öfkeli olma ve sinirlilik hali, suça eğilim varsa bu iki tanı bir arada kullanılabilir.
Psikopat/Sosyopat kişilerin davranış eğilimleri ve bunların altında yatan nedenleri bilmek kadar, oluşmasını engelleyecek, sağlıklı aile tutumlarını ve tedavi yöntemlerini de bilmekte fayda var. Çocukları birtakım saldırgan davranışlar gösteren, çevreye ve canlılara zarar veren, sosyal ilişkilerinde sorunlar yaşayan ailelerin bu konunun üzerinde durmaları ve önemsemeleri gerekli. Çocukların bu davranışları ancak sınır koyarak engellenebilir. Yaptığı şeylerin yanlış olduğunu ona ısrarla öğretmek, zarar verici davranışları gerçekleştirmesine müsaade etmemek, sonuçlarıyla yüzleşmesine ve pişman olmasına olanak sağlamak gerekli.
Örneğin; oyun sırasında arkadaşına saldırgan davranışlarda bulunan bir çocuğa, ailenin tutumu hemen arkadaşından özür dilemesi konusunda ısrarcı olmak ve bu davranışı bir kez daha yaptığı zaman arkadaşlarının onunla tekrar oynamayacağını kararlı bir şekilde belirtmektir. Bu yapılmadan, sadece bir uyarıyla yetiniliyorsa ve çocuk aynı şeyi yapmaya devam ediyorsa bu durum sorunun çözülmediğini gösterir. Ailelerin en büyük yanılgısı budur. Benim çocuğum kötü bir şey yapmaz, benim çocuğum zarar vermez, ya da kendini korusun yeter ki zarar görmesin anlayışıyla çocuğunun zarar verici davranışlarını görmezden gelmek olabilecek en yanlış anne baba tutumudur. Her saldırgan çocuk ilerde psikopat/sosyopat kişiliğe dönüşmez elbette, ancak yukarıda belirttiğim tüm etkenler bir araya gelirse geri dönüşü çok zor olan bir yola girilmiş olur ne yazık ki.
Tedavisi ise oldukça zordur, çünkü kişi pişmanlık yaşamadığı ve hatalarını kabul etmediği için tedavi konusunda da isteksizdir ve sert bir tutuma sahiptir. Kişi tedavi istediğinde ise, bilişsel davranışçı terapi en etkili tedavi şeklidir. İlaç tedavisi ise genellikle depresyon ve kaygı bozukluğunun da birlikte eştanı olarak görüldüğü zaman uygulanabilir. Duygudurum düzenleyici ilaçlar etkilidir ve psikoterapi de ek olarak ihmal edilmeden yürütülmelidir. Asla iyileşemezler gibi bir durum söz konusu olmamakla birlikte, tüm şartlar dikkate alınarak bir tedavi şeması çizilebilir ve belli bir oranda iyileşme sağlanabilir. Dediğimiz gibi, her şeyden önce kişinin motivasyonu, tedaviye duyduğu istek, tedaviden beklentileri ve aldığı cevap oldukça önem taşır.
Paylaş