Paylaş
Babalarımızın meslekleri bir anlamda öğrenim hayatlarımızı da belirliyor. Babam assubaydı ve ben ilkokula Edirne’de başladım. İlkokul 1. ve 2. sınıfı Edirne Necatibey İlköğretim Okulu’nda okudum, sonraları okulumuzun yandığını öğrendim ki hala bir üzüntüdür benim için. 3. ve 4. Sınıfları Erzurum, Kandilli’de ve en son 5. Sınıfı İstanbul’da bitirdim. Bütün öğretmenlerimi bugün gibi hatırlıyorum. Ama özellikle bazıları hayatımda inanılmaz izler bıraktığı için onları hiç unutmadım. Unutmayacağım.
İlkokul 1. Sınıftaki öğretmenimin ismi Mustafa Bayram’dı. Hatırladıkça burnumun direği sızlar. Büyüdükçe anladım ki ne muazzam bir öğretmenmiş, ne büyük bir eğitmenmiş. Resim dersinde matematik defterini çıkaran, matematik dersinde resim defterini çıkarıp resim çizen bu haşarı, konuşkan ve meraklı öğrencisine hiç kızmayan, bağırıp çağırmayan, aksine onun ilgisine ve merakına uygun eğitim vermeye çalışan muhteşem bir öğretmendi Mustafa Bayram.
Bir Türkçe dersi sırasında sınıfa giren ve sonraları aslında müfettiş olduğunu tahmin ettiğim kravatlı, takım elbiseli ve ciddi adamlar gelip benim sıramın başında dikildiler. Ellerini arkasında kavuşturmuş olan ve yüzü hiç gülmeyen bir adam dönüp öğretmenime, ‘hocam bu öğrenciniz dersinizi dinlemiyor anlaşılan, şu an defterinin üzerine resim çiziyor’ dediğinde; ‘emin olun o dersi dinliyordur, siz sorun, o anlatır’ diyerek beni tahtaya kaldırışını bugün gibi hatırlıyorum. Ben de öğretmenimden aldığım o özgüvenle, derste bir arkadaşımızın okuduğu hikayeyi, hikayenin kahramanı atı ve atın alnındaki beyaz lekeye kadar anlattığımı hiç unutmuyorum. Günü, hikayenin adını, arkadaşlarımın adını, sınıfa gelenleri, herkesi ve her şeyi unuttum ama öğretmenimin adını, bana olan güvenini ve bana hissettirdiği değerli olma duygusunu hiç unutmadım. Ne yazık ki, bir daha da o kadar şanslı olmadım.
Sonra Küçükçekmece Ortaokulunda okurken bir müzik öğretmeni, dersi biraz ihmal ettiğim için ‘anlaşıldı, sen notaları asla öğrenemeyeceksin’ dediği için müziğe karşı mesafeli durduğumu da unutmadım. Ve yine bu kez Küçükçekmece Lisesi’nde Fen bölümünde okurken ‘senin kafan fen derslerini almıyor, niye fen bölümünü seçtin’ diyen o kadın öğretmeni de unutmadım. Bana verdikleri bu güvensizlik duygusuyla bir gün dahi üniversite hazırlık kursuna gitmemişken, bir kez dahi ders almamışken, bana kimse ders anlatmamışken ve yılsonunda tam 5 dersten bütünlemeye kalmışken Hacettepe Üniversitesini birincilikle kazandığımı da unutmadım. Okulumun öğretmenlerinin yaşadığı şoku, beni nasıl çalıştırıp geçirecekleri konusundaki paniği de unutmadım.
Bugün mühendis olmak üzere olan ve tam 15 yıl boyunca piyano eğitimi alan oğlumdan sonra 11 yaşındaki kızıma da piyano eğitimi aldırmaya başlamışken, ‘ben de öğrenebilir miyim’ diye başladığım piyano eğitiminde notaların porte üzerindeki dizilişini öğrenmem tam 8 ayımı aldıysa bana notaları öğrenemeyeceğimi söyleyen ve asla hayırla yadetmediğim öğretmenim sayesindedir.
Bugün aynı anda farklı işlerle ilgilenip, farklı konulara odaklanabiliyor ve hepsinin altından kalkabiliyorsam, bana yapabileceğim duygusunu veren ilkokuldaki çok değerli öğretmenim Mustafa Bayram sayesindedir. Sonraları öğrendim ki vefat etmiş. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.
Bugün tıp fakültesini seçmediysem ve doktor olamadıysam bana ‘senin fen bölümünde ne işin var?’ diyen ve fen bölümünde yapamayacağıma beni inandıran o kadın öğretmenim sayesindedir.
Bazı öğretmenler malesef adı öğretmenlik olan mesleği yapan sıradan insanlar, bazıları ise; öğreten, eğiten, hayata hazırlayan, hayatımızı, kimliğimizi, kişiliğimizi etkileyen eli öpülesi muhteşem insanlar. Bu ikisi arasındaki fark, çocuğunuzun, sizin, hatta çevrenizde gördüğünüz herkesin hayatını belirleyen farktır.
Öğretmen, öğreten insandır ama eğitmen, öğretmekle sınırlı kalmaz; bireyi içinde yetiştiği kültürle, aile yapısıyla, kendi yatkınlıkları ve yetenekleriyle bir bütün olarak gören ve değerlendirebilen insandır. Ve bugün çocuk eğitimindeki hiçbir hata affedilemez şeklindeki düşüncemin altında yatan da bizzat yaşayarak deneyimlediğim geçmiş hatalardır.
O nedenle bundan iki yıl önce, kızımın ilkokul öğretmeni, onun minyon yapısı nedeniyle ağır çantasını taşımadığı için merdivenlerden düştüğünde ve o dönem çok moda olan Gangnam Style dansına katılmak istediğinde, ‘sen iki basamak merdiveni çıkamıyorsun, ne işin var dans etkinliğinde’ diyerek onu dışlayan öğretmeninin okulundan aldım. Bugün iyi olduğuna inandığım bir okulda, iyi olduğuna inandığım öğretmenlerin elinde eğitim alıyor. Buna rağmen, ne kendi kızıma, ne başka çocuklara karşı yapılacak eğitim hatalarını affetmeyeceğimi, affedilmemesi gerektiğini tekrar vurgulamak isterim.
Toplum içinde dışlanmak, etiketlenmek, yargılanmak belki bazı çocuklar için itici ve motive edici etki yapabilir ama bazı çocuklar kendilerine ve yapabileceklerine olan güveni kaybederek, tüm hayatları boyunca silik, korkak ve güvensiz olarak yaşamak zorunda kalabilirler.
Hiçbir öğretmenin bunu yapmaya hakkı yok. Çocuk eğitimiyle ilgilenen herkesin ağızlarından çıkan her kelimeye dikkat etmesi bu nedenle çok büyük önem taşır. Onlar istedikleri gibi konuşup, istedikleri gibi yargılayamazlar. Onlar sıradan insanlar değiller.
Öğretmenlik zor, çok zor bir iş. Bizler evde bir iki çocukla bile baş etmekte zorlanırken bir sınıf dolusu çocuğa ders anlatmak, onları eğitmek gerçekten dünyanın belki de en zor görevi. Bu zor görev için buna uygun kişilikte ve psikolojide değillerse lütfen bu işi yapmasınlar. Bir öğretmenin iyi bir insan olması, onun iyi bir öğretmen olması anlamına gelmiyor. Başka donanımlara da ihtiyaç var. Çocuklarımızın geleceği, bütün toplumun geleceği onların elinde şekilleniyor. Öğretmenlik basit bir meslek değil, bir ‘Hayat ve İnsan Mühendisliği’dir.
Umarım her çocuk kendi yeteneğine uygun eğitim alabileceği fırsat eşitliğine ve bu eğitimi verecek, gerçek bir öğretmene kavuşur.
Unutulmasın; ‘hayattaki en büyük mucize, her çocuğun büyük bir mucize olduğuna inanan bir öğretmenin eğitiminden geçmektir.’
Paylaş