Paylaş
Şiddet ve şiddete uğrayan bireyi korumak günümüzün terörden sonraki en önemli sorunu malumunuz. Terör topluma yönelik ve genellikle toplu bir yok etme hareketiyken, şiddet bireysel bir yok etme eylemidir. Özellikle kadına yönelik şiddet ve hatta uygulanırken karşılaştığımız vahşet akıl alır gibi değil. Akla hayale gelmeyecek her tür yöntem ve silahla saldırıya uğrayan kadınlar, toplumsal olarak karşılaştığımız şiddetin en önemli öznesi durumundalar.
Kadınlardan sonra en fazla şiddete uğrayanlar da çocuklardır. Önce evinde, ailesinde anne, baba ve kardeşlerden gördüğü şiddet, sonrasında sokakta oyun arkadaşlarından, okulda sınıf arkadaşlarından ve öğretmenlerinden ve garip bir kısır döngü olarak evlendiğinde yine kendi evinde eşinden gördüğü şiddet ve hatta taciz hepimizi insan olmaktan utandırır hale geldi.
Şiddetin özellikle son yıllarda giderek yükselen grafiğinin arkasında pek çok psikolojik ve sosyolojik etken var elbette. Şiddet uygulayan kişinin kişilik yapısından tutun, yetiştiği aile ve çevre faktörlerine kadar her şey önemli etkilere sahip. Ülkemizde ürkütücü şekilde artan şiddet olaylarına karşı son yıllarda hem sivil toplum örgütleri, kurum ve kuruluşlar hem de siyasi ve idari kurumlar ciddi bir tavır aldılar. Hatta önemli yasal düzenlemelere gidildi. Şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılmasına kadar varan yaptırım kararları alındı. Amaç özellikle şiddete uğrayan kadını korumak. Peki, çözüm oldu mu? Mağduru koruyabildik mi? Haberlere yansıyan olaylardan anlıyoruz ki, bu soruların yanıtı maalesef ‘’hayır’’.
Hepimizin bildiği gibi şiddet gören kadınları korumak amacıyla, son derece dikkatli ve titiz çalışan bir kurum var: Mor Çatı. Mor Çatı’ya başvuran kadınlar olabilecek en güvenli şekilde yaşamaya çalışıyorlar. Yerleri bile neredeyse bir sır. Buraya başvuran kadınlar çocuklarıyla birlikte sığınıyorlar. Yaşam haklarını korumaya çalışıyorlar.
Peki, bu en doğru yöntem midir? Bir kadın kendisinin canını yakan ve hatta canını almaya azmetmiş bir başkasından ne zamana kadar saklanarak yaşayabilir ve neden bir sığınmacı olmak zorundadır? Çünkü sonu ölümle biten pek çok olaydan anlıyoruz ki, hayatı bir erkeğin elinde son bulan birçok kadın önce bu kuruma ya da benzer kurumlara sığınmış, sonra her nasıl olmuşsa eşi kendisine ulaşmış, kadını ikna etmiş ve tekrar bir araya gelmişler. Sonuç; kadının sonu olmuş.
Ben neden kadınlarımızın yaşam haklarını koruyamadığımıza dair farklı bir pencereden bakıp, farklı bir bakış açısı getireceğim. Dikkat ederseniz şiddet uygulayan kişi, örneğin eşini döven, taciz eden, zarar veren kişi genellikle elini kolunu sallayarak toplum içinde gezerken şiddete uğrayan kişi toplumdan uzaklaştırılıyor. Mor Çatı gibi kurum ve kuruluşlara sığınmak zorunda kalıyor. SIĞINMAK kelimesine de özellikle dikkat çekmek istiyorum. Kadın zaten uğradığı şiddet nedeniyle mağdurken biz toplum olarak onu ikinci kez mağdur ediyoruz. Yaşadığı toplumda serbestçe hareket etmesini, yaşamasını, eğitim görmesini, çalışmasını engelliyoruz. Bir tür hayat hakkını elinden alıyoruz. Oysa yanlış olan budur. Kadını sözüm ona korumak adına toplumdan uzaklaştırırken, şiddet uygulayanı toplum içinde bırakıyoruz. Sizce de bu durum ters değil mi? Biz toplum olarak mağdur olan insandan korunmak zorunda değiliz, zararlı olan o değil ki! Asıl onu mağdur eden kişiden korunmalıyız çünkü pimi çekilmiş el bombası gibi hepimizin arasında dolaşan o. Yani hepimiz için asıl tehlikeli olan o. Üstelik işin asıl trajik tarafı kadını toplumdan soyutlamamıza rağmen şiddet uygulayan kişi, ne yapıp edip kadını buluyor ve yine zarar veriyor. Hiçbir şekilde engelleyemiyoruz. Hatta kişiyi daha tehlikeli bir hale getiriyoruz. Hastalıklı ruh hali iyice takıntılara boğuluyor, saplantılı bir kişilik haline geliyor. Ve dışarıda serbestçe gezebilen, istediği herkesle görüşebilen ve her tür bilgiye ulaşabilen o kişi, sonuçta gelip kadını buluyor ve öldürüyor. Bu arada da kadının hayata tutunmasını sağlayan ne varsa uzaklaştırıyor ve kadını yalnızlaştırıyoruz. Burada ciddi bir mantık hatası yaptığımızı düşünüyorum. O nedenle de yazımın başlığını ‘’Mor Çatı mı, Mor Parmaklık mı’’ olarak belirledim. Zaten zarar görmüş olanı, zaten şiddete uğramış olanı, insanca yaşama hakkı olanı biz hep beraber insanlardan uzak yaşamaya mahkum ediyor ve koruma adına bir tür parmaklıklar arasında yaşamaya zorluyoruz.
Şimdi şöyle bir uygulama olduğunu varsayalım: Şiddet uygulayan kişinin toplumdan uzaklaştırıldığını, mesela ev hapsine alındığını, işinden uzaklaştırıldığını, çocuklarıyla ve diğer aile bireyleriyle görüşmesinin sınırlandırıldığını düşünelim. Hatta bu süreçte psikologlar ve psikiyatristler tarafından sürekli olarak takipte olduğunu, tedavi ve terapi gördüğünü, yasa koyucu ve uygulayıcıların düzenli aralıklarla kişi hakkında bilgi aldıklarını hayal edelim. Bu süreçte şiddet gören kişinin de işi yoksa iş edindirildiğini, gördüğü şiddetin etkisinden kurtulmak için psikolojik destek verildiğini, kendisine zarar veren eşin ailesiyle de görüştürülmesinin ancak yasal düzenlemelerle yapılabildiğini, mesela sosyal hizmetler uzmanları gözetiminde ve sadece belirli gün ve zamanlarda ve sadece kadının istemesi durumunda yapılabildiğini göz önüne getirin. Kendisine zarar veren eşle görüştürülmediğini, şiddet uygulayan eşin psikolojik ve psikiyatrik tedavisi sürdüğü sürece de görüştürülmeyeceğini de hayal edin. Daha ileri gidelim; uzmanlar kişi hakkında ‘öfke kontrolünü sağlamıştır ve artık ne eşine ne de yakınlarına zarar vermeyecektir’ şeklinde bir rapor verene kadar da evlilik birlikteliğinin sona ereceğini düşünün. Şimdi böyle ciddi ve ağır şartlarla karşılaşacağını bilse, kaç erkek eşine şiddet uygulayabilir sizce? Kaç erkek eşine şiddet uyguladıktan sonra artık sadece eşini değil de cümle alemi, hukukçuları, psikologları, psikiyatristleri de ikna etmesi gerektiğini bilse şiddete yönelebilir? Şiddet uygulayan kişi sadece ‘suçlu’ sıfatıyla değil de ‘hasta’ sıfatıyla da damgalansa kolayca elini kaldırabilir mi? Kaç erkek bir başka canlıya acı çektirmenin, can almanın, kan dökmenin bir ruh ve akıl hastalığı olduğunu kabul edebilir?
Kısacası şu anki uygulamaların şiddeti neden önlemediğine benim yorumum budur: Suçluyu dışarıda bıraktığınız ve mağduru sığınmacı hale getirdiğiniz sürece bu şiddet durmayacak. Üstelik bu şartlarda suçlunun değil, mağdur olanın elini kolunu bağlıyor, hareket özgürlüğünü kısıtlıyoruz. Şiddet gören korkarak, kaçarak, saklanarak yaşıyor ama şiddet uygulayan özgürce toplum içinde dolaşabiliyor. Bu durumun tüm topluma manevi ve maddi yükü de ayrı bir sorun. Konunun bu boyutuna hiç girmiyorum bile. Oysa sorunlu olan kişiyi toplumdan uzaklaştırmak, hem şiddet uygulayanlara hem de uygulamaya meyilli olanlara örnek oluşturması bakımından da ciddi bir caydırıcılık getirecektir. Bence tüm kadınlar ve insan hakları kuruluşları bu yönde bir talepte bulunmalı, şiddet uygulayanın tıpkı şiddet görenlerin korunmak amacıyla sığındığı Mor Çatı gibi bir kuruma, bu kez tüm toplumu kendisinin vereceği zarardan korumak amacıyla yerleştirilmesi sağlanmalıdır. Çünkü bu haliyle kadınları korumak amaçlı önemli bir görev üstlenmiş olan Mor Çatı’lar, Mor Parmaklık’tan öte geçemeyecektir.
Son olarak, eklemek istediğim bir konu var; hafta içi her gün Cine5 ekranlarından canlı yayınlanan ‘Anne Hikayeleri’ isimli programın danışman psikoloğuyum ve her gün bir annemizin hikayesini yorumladığımız programımızda önümüzdeki günlerde toplum içinde önemli görevler üstlenmiş kadınlarla da görüşme imkanımız olacak.Hem bu konuyu hem de sizin yorum ve önerilerinizi de programa taşımak isterim. O nedenle yorumlarınız önemli,paylaşacağınızı umuyorum.
Sevgilerimle, güzel bir hafta diliyorum.
Paylaş