Paylaş
Geçen yazımda yer verdiğim stres konusuna bu yazıyla devam ediyorum ve kadınları etkileyen ‘Stres’i bu yazımın konusu olarak ele alıyorum.
Stresin kadınları ve erkekleri olumsuz olarak etkiledikleri biliniyor. Ancak yapılan araştırmalar kadınların stresten daha fazla etkilendiklerini, stres faktörlerine erkeklere oranla daha fazla maruz kaldıklarını gösteriyor. Araştırmalara konu olan kadınlar, stres sebebi olarak çocukların sorumluluğu, çocukların okul sorumluluğu, ders ve ödev telaşı, ev işi ve temizlik işleri, eşlerinin sorumluluğu gibi pek çok konuyu kendilerinde strese yol açan etkenler olarak göstermişlerdir.
Özellikle kadınların sanayileşmeyle beraber iş hayatında giderek artan düzeyde yer almaları, onların üzerindeki baskıyı artırmış bulunuyor. Yüklendikleri sorumlulukların artması ve erkeklerle ciddi bir rekabet ortamında yer almak zorunda kalmalarının, kadınların strese bağlı pek çok rahatsızlık yaşamalarına yol açtığı artık bilinen bir gerçek.
Yapılan araştırmalar kadın ve erkeklerin strese karşı tepkilerinin birbirinden farklı olduğunu gösteriyor. Erkek çocuklar stres yaratan durum karşısında daha çok saldırgan davranışlar sergilerken, kız çocukları genellikle kaygı ve çökkünlük belirtileri gösteriyorlar. Üstelik bu farklar çocukluk döneminde daha belirgin olarak görülüyor. İlerleyen yaşlarda bastırma ve geri çekilme mekanizmaları devreye giriyor ve erkeklerdeki saldırganlık eğilimi de ülkeden ülkeye göre farklılaşıyor.
Aile yaşamını etkileyen stresin yol açtığı olumsuz sonuçlar, özellikle eşlerini kaybetmiş orta yaş ve üzeri insanlarda yapılan araştırmalarla gösterilmiş. Eşlerinin kaybından sonraki 6 ay içinde ortaya çıkan ölüm riskinin, herhangi bir sorun yaşamayan aynı yaştaki bireylere oranla %40 daha fazla olduğu bulunmuş. Bu ölümlere yol açan neden de strese bağlı kalp rahatsızlıklarıdır.
Yine eşlerini kaybeden kadın ve erkeklerde, kayıptan 8 hafta sonra fiziksel hastalıklara karşı oluşturulan bağışıklığın son derece azalmış olduğu görülmüş ve bu tip önemli kayıpların sadece hormonları etkilemediği ve savunma sistemini de dışarıdan gelecek virüs, bakteri gibi hastalıklara karşı güçsüz bıraktığı anlaşılmıştır.
Aynı araştırmalara göre 18 yaşın altında çocukları olan evli kadınların % 70’ini çalışan kadınlar oluşturuyor. Bu kadınlar, işyerlerindeki rekabetçi ortamda erkeklerin kurallarıyla başa çıkmaya ve ayakta kalmaya çalışırken aynı zamanda evde de her işe yetişen mükemmel eş ve anne olmaya çalışıyorlar. Kadınların yapısal olarak “Hayır” demekte zorlandıklarını ve eşleri ve çocuklarını memnun etmek gibi bir görev duygusuyla yetiştirildiklerini unutmamak gerekiyor. Kısaca kadınlar yetiştirilme biçimlerinden ve doğalarından gelen anaç özelliklerinden dolayı diğer insanlara da “Hayır” demekte zorlanıyorlar. Tüm bunlar da kadınlar açısından fazladan stres yüklenmek anlamına geliyor.
Bu durum, kadınlardaki kalp hastalıklarını tam dört katına çıkarmış. Ülser ve gastrit gibi hastalıklar önceden erkeklere ait bir hastalık olarak görülürken günümüzde, erkeklerden iki kat daha fazla kadını etkilemekte. Kadınların ekonomik özgürlüklerini elde etmeleri inanılmaz pahalıya mal olmuş gibi görünüyor.
Strese karşı kadınların bu kadar yatkın olmalarının bir diğer sebebi, kadınların hormonal sistemindeki farklılıklar. Erkeklerden daha fazla hormon salgılamaları birçok alanda avantaj durumundayken, stres konusunda durum böyle değil.
Doğrudan kadınlık hormonu olan Östrojen de kadınlarda strese neden oluyor. Amerika’da Yale Üniversitesi’nce yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre strese bağlı depresyon ve travma sonrası bozuklukların kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha fazla olduğu saptanmış.
Ergenlik dönemiyle başlayan kadınlık, ilk adet kanaması, hamilelik, emzirme dönemi, menopoz, osteoporoz gibi süreçlerle beraber yükünü artırıyor.
Kadınlarda stresin erkeklere oranla daha fazla görülmesinin nedenlerinden biri de doğum. Zor ve travmatik doğumlardan sonra, sıklıkla görülen doğum sonrası depresyona ek olarak, travma sonrası stres bozukluğu da görülebiliyor. Özellikle her yüz doğumdan ikisinde veya üçünde doğum sonrası stres bozukluğu izlenmiş. Sezaryen veya acil müdahale gerektiren, kadının şiddetli ağrı ve korku çektiği, kendini kontrol etmekten uzaklaştığı her doğum veya operasyondan sonra travma sonrası stres bozukluğu daha çok görülüyor. Burada da önemli etken, olayın ağır ve sarsıcı olmasından daha çok kişinin olayı algılayışı, geçmiş tecrübeleri ve olaya yönelik bakış açısıdır.
İster çalışsın, ister çalışmasın kadının fiziki görüntüsüne yönelik kaygıları, hep bakımlı, zarif ve zayıf görünmeye çalışması stres faktörü olarak ilk sıralarda yer alıyor. Özellikle 60’lı yıllarda gündeme gelen ve bir döneme damga vuran sıfır beden manken Twiggy, kadınların ikonu oldu. Sonrasında da reklam ve pazarlama sektörünün zayıf kadın imajına yönelik ‘zayıf kadın ideal kadındır’ söylemi de kadınlar üzerinde inanılmaz büyük stres faktörü oldu.
Günümüzde de bu etki devam etmekle beraber, farklı sesler de çıkmaya başladı. Yeni söylem zayıf kadın yerine, sağlıklı kadın üzerinden yürütülmeye çalışılsa da kadınların bilinçaltına yerleşen zayıf olma tutkusu önü alınamaz biçimde devam ediyor.
Modern toplumun rekabetçi ve hırslı ortamı maalesef en çok kadınları etkilemiş görünüyor. Eskiden evlerinin güven verici ortamında bulunan, sadece ev işleri ve çocuklarıyla ilgilenen kadınlar acımasız iş dünyasının erkek egemen ortamında, onlar kadar güçlü ve dirençli olmak zorundalar. Bu da kadınlar üzerindeki stres yükünü her geçen gün artırıyor demektir.
Bu durumla nasıl başa çıkarız konusunu ve önerilerimi ilerleyen yazılarda ayrıntılı olarak aktaracağım. Stresli olsa da direncinizin yüksek olduğu günler diliyorum.
Sevgiyle kalın.
Paylaş