Paylaş
Bugün yeni evli İngiliz çiftin Hindistan’daki intiharı, geçtiğimiz hafta ise Türkiye’de iletişim ve internet yazılımları uzmanı Mehmet Pişkin’in sosyal medyada duyurarak intiharı seçmesi dikkatleri bu önemli soruna çevirdi.
İntihar dediğimiz olay, içe dönük saldırganlık olarak bilinir. Yani kişinin kendisine yönelik saldırganlığıdır. Her yaş düzeyinde, her cinsiyette karşılaşılabilen bir durumdur. İntihar eyleminde bireyin genellikle depresif bir duygu durumu yaşadığı, ciddi bazı psikolojik sorunları olduğu düşünülür. İntiharı düşünen kişi genellikle bu eyleme bir anda karar vermez, muhakkak önceden bazı ipuçları verir, ancak maalesef bu ipuçları, yardım çığlıkları gözden kaçar:
Maalesef çocuk yaşlarda da intihar eylemlerine rastlanıyor ve çocuklar karne ve okul sorunları, aile içi çatışmalar ve şiddet ya da taciz, arkadaşlık sorunları, akran zorbalığı gibi sebeplerle intihara yöneliyorlar. Daha büyük yaştaki çocuklar ve ergenlerde ise daha çok kız erkek ilişkileri ve yine aile içi iletişimsizlik, çatışmalar, taciz, şiddet ve okul sorunları en sık görülen intihar sebepleri arasında yer alıyor.
Yetişkinlerde daha çok duygusal ve psikolojik sorunlar ön planda. Ancak hangi yaş grubunda olursa olsun, temelde yatan sebep dışlanmışlık hissi ya da ait olamama duygusu. İntiharın iki yönü var aslında. Bir yönüyle kendi varlığı yok ederek diğer insanları cezalandırma, diğer yönüyle de ait olmadığını düşündüğü bu dünyadan uzaklaşma, kaçma veya terk etme.
Son zamanlarda ve son iki intihar olayında intihar eden kişilerin eğitim düzeylerinin yüksek olması insanların kafalarını karıştırdı. Çünkü genellikle eğitimli insanların sorunlarının çözümünde daha başarılı olacakları ve intihar gibi bize çok korkunç gelen bir eylemi yapmayacakları düşünülür. Elbette ki insanların yaşadıkları sorunların ve içine düştükleri çaresizliklerin neler olduğunu bilmeden yorum yapmak mümkün değil. Ancak genel hatlarıyla hepimizi ilgilendiren bazı noktalara dikkat çekmek söz konusu olabilir.
Son yıllarda ülkemizin de içinde bulunduğu bölgeyi etkileyen son derece olumsuz koşullar, savaş ve terör olayları hepimizi çok mutsuz ve kaygılı bireyler haline getirdi.
Önceleri yurt dışına gitme ve yaşama hayali, daha iyi iş olanakları için düşünülürken günümüzde bölgemizin içinde bulunduğu tehlikeli şartlar nedeniyle artık sadece iş olanakları için değil can güvenliği açısından düşünülmeye başlandı. Beyin göçü diye tabir ettiğimiz yurt dışında yaşama ve çalışma şartları durumu artık canını kurtarma ve hayatını güven altına alma durumu noktasına getirdi hepimizi.
Hiçbirimiz güvende hissetmiyoruz, özellikle medyada yer alan saldırı, karmaşa, çatışma ve savaş görüntüleri hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak çok kaygılı insanlar olmamıza yol açtı.
Özellikle iyi eğitim almış, düşünen, sorgulayan, araştıran, okuyan ve gelecekle ilgili öngörülerde bulunan insanların içine düştükleri çıkmaz işte bu noktada kilitleniyor. Bireysel olarak sahip oldukları yeterliliklerinin gördükleri olumsuzlukları çözmeye yetmeyeceğini düşünerek çok büyük mutsuzluk içine düşüyorlar. Sosyal medya yoluyla video paylaşarak ölümünü milyonların gözüne sokarak intihar eden Mehmet Pişkin’in söylediği bir cümle tam olarak bu noktaya vurgu yapıyor aslında: Hayata karşı motivasyonumu kaybettim!
Evet, bireysel kaygılarımızı çevremizdeki insanlarla ve onların yardımıyla aşabiliriz belki ama ya çevremizdeki insanlar da kaygılıysa, onlar da güvende hissetmiyorlarsa, onlar da mutsuzsa…
İşte geldiğimiz nokta bu: Toplumsal depresyon! Birçoğumuzun içine düştüğü ve geniş kitleler halinde hepimizi etkileyen durum son derece travmatik bir kaygılar bütünü ve tam olarak bir toplumsal depresyon hali.
Depresyon, bazen kişileri kendi hayatına son verme noktasına getirebilen bir sorundur ve aslında iyileşebilen bir durum olmasına karşın uzmanları bu anlamda en çok korkutan psikolojik sorunlardan biridir. O nedenle depresyonda olan insana olabilecek en çabuk şekilde yardımcı olmak, hızla dibe çöküşün önüne geçer ve kişi kendisini toparlar. Ancak özellikle çevresel şartların da olumsuz olduğu durumlarda, bireyler hayat ait beklentilerini, motivasyonlarını, yarına uyanmak için sebeplerini kaybedebilirler.
Hiçbir insan durup dururken ölümü seçmez. O noktaya gelene kadar pek çok aşamaları yaşar, mücadele eder, aşmaya çalışır, direnç gösterir. Ama bir noktada direnç düşer ve ölüm gibi birçoğumuz için ürkütücü ve uzak ihtimal gibi görünen nokta kabul edilebilir hatta istenebilir duruma gelir. Biz ise, giderek birbirine daha çok yabancılaşan ve yalnızlaşan bireyler olarak bu aşamaları göremiyoruz, sessiz veya sesli yardım çığlıklarını duyamıyoruz.
İşin üzücü tarafı bu tür intiharların ardından insanları intihara getiren olayları sorgulamak yerine intiharın biçimi ve intihar notlarının daha fazla gündemde yer bulmuş olması. Dünyaya gelmek bizim inisiyatifimizde olmayabilir ama işte bazı insanlar ‘bu hayatta yer almak istemiyorum’ demenin yolunu hayatlarını sonlandırmakla ve kendilerine tercih hakkı bile verilmemiş bir hayatı terk etmekte bulabiliyorlar. İnsanların inancı, düşüncesi, hayata bakışı, yaşam biçimi bireysel hakları içinde yer alır. Elbette ölüm sorunların çözümü değil, kişileri iyileştiren bir şey değil. Ama zamanında yardım çığlıklarını, hayattan koptuklarını görüp duyamadığımız insanları bu son tercihlerini yaparken yargılamak da haddimiz ve hakkımız değil.
Paylaş