Paylaş
Güneş ve rüzgar kimin daha güçlü olduğunu tartışıyorlarmış.
Rüzgar: “Ben daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım. Şu karşıdaki paltolu yaşlı adamı görüyor musun? Paltosunu senden daha hızlı çıkaracağıma bahse girerim demiş.”
Güneş bir bulutun arkasına çekilmiş ve rüzgar kasırga şiddetinde esmeye başlamış. O kuvvetle estikçe ihtiyar adam paltosuna daha sıkı sarılıyormuş. Sonunda rüzgar pes edip durmuş. Güneş bulutların arkasından çıkıp yaşlı adama nazikçe gülümsemiş. Çok geçmeden adam alnındaki teri silip paltosunu çıkarmış.
Sonra, rüzgara dönmüş güneş, nazik ve dostça davranışın, şiddet ve güç gösterisinden daha etkili olduğunu söylemiş.
Bu mini hikayenin yazarı İmparator Krezüs’ün sarayında yaşayan ve aslında Yunan’lı bir köle olan Ezop’tur. İ.Ö 600 yıllarında her birinden ayrı dersler çıkarılabilen küçük öyküler yazmasıyla tanındı.
Günümüzde de benzer öyküler hep aynı şeyi anlatır. Devirler ve yazanlar değişse de, yaşananlar demek ki aynı. İnsan olmanın erdeminden uzaklaştığımız, kendimizi ve çevremizi zorladığımız zamanlarda bu tip küçük hikayeler, yanlış giden yönleri hatırlatıyor bize.
Kendimizi ve sevdiklerimizi hatta hiç tanımadığımız bir çok insanı gereksiz yere, haksız yere üzdüğümüzü unutuyoruz. Sesimizi yükselttikçe, gücümüzü de yükselttiğimizi düşünüyoruz. Kırıp dökmeden, bağırıp çağırmadan var olabilmek, belki de günümüzde çok zor. O kadar küçüldü ki soluk aldığımız alanlar. Birbirimizle o kadar bitişik yaşıyoruz ki. Betonlar arasında gökyüzünü bile göremeden geçirdiğimiz her günün akşamı, bütün enerjimiz bitmiş halde geldiğimiz evlerimizde bu defa ekranların bombardımanına tutuluyoruz. Her birimiz bir ekran karşısında dünyayla ilişki içinde olmaya çalışıyoruz.
Ama acaba hiç düşündük mü, gerçek olan hangisi, gerçek dışı olan ne?
Bizimle göz göze gelmeye çalışan çocuklarımız yerine, görmediğimiz bilmediğimiz, belki de asla tanımadığımız sanal dostluklar mıdır asıl olan, yoksa yavrumuzla yaptığımız pastel boyalı resimler mi?
Televizyon ekranlarından taşan sözde gerçek hayat hikayeleri midir bizi hayata bağlayan, yoksa kapı komşumuzun güler yüzüyle verdiği selam mı?
Henüz vakit varken ve hala hayattalarken varlıklarının tadını çıkardığımız anne babalarımız mıdır aile olmak, yoksa arkalarından ‘keşke’lerle başlayan özlem yüklü cümleler kurmak mı?
Nedir kaybettiklerimiz ya da nedir kaybetmekten korktuklarımız?
Yarın da sıradan bir gün, herhangi bir gün de olabilir ama nasıl bir gün olacağını sizin davranışlarınız belirleyecek.
Güneş gibi insanları ısıtarak başlayacaksanız haftaya, ne güzel! “Pazartesi Sendromu”nun ardına sığınacaksanız, gitti haftanızın ilk yarısı.
Bundan yüzyıllar önce bu sendromu kimse bilmiyordu, depresyondan da kimsenin haberi yoktu ama Ezop, yazdığı minik hikayede, derya deniz bir öğüt vermişti.
Yarın yeni haftanızın ikinci ve kalan ömrünüzün ilk günü. Seçim sizin, güneş mi olacaksınız, rüzgar mı? İçiniz sımsıcak ve insanlara yansıtacak kadar güçlü müsünüz, yoksa içiniz öfke dolu, insanları kıracak kadar sert misiniz?
Seçimlerinizle şekil alacak yeni bir haftaya ve yeni bir güne merhaba!
Yeni haftanız gönlünüzden geçen her şeyin gerçek olduğu bir hafta olsun.
Sevgiyle...
Paylaş