Paylaş
Böyle bir başlığı yazmaya elim varmadı ama olanları ve yazacaklarımı ifade etmeye başka bir başlık yetmeyecekti.
Dün yine bir çocuk ölümüyle sarsıldık. Kütahya’da 12 yaşında bir çocuk elleri ve ayakları bağlanmış ve öldürülmüş halde bulundu. Henüz 12 yaşındaydı, çocuktu, çok küçüktü.
Bir cinayete kurban gitmesi mümkün değildi ama ölüm sebebi maalesef ki cinayet oldu.
İnsanın haberi okurken canı yanıyor. Küçücük bir çocuk nasıl bir hırs, nasıl bir kin, nasıl bir vahşet duygusuyla öldürülebilir ki diye düşünüyorsunuz. Ve olayın can acıtan diğer tarafı ortaya çıkıyor ki burası ayrıca korkunç. Katil zanlısı olanlar da çocuk…
Öldürülen 12 yaşında, cinayet zanlıları 12, 15 ve 16 yaşında. Bu haber geldiğimiz vahim ve korkunç tablonun net bir görüntüsü aslında.
Her olayın bir oluş sebebi, bir de görünmeyen sorumluları vardır. Bu olayların giderek artmasının sebeplerini merak edenler varsa uzaklara bakmaya gerek yok. Son 15 – 20 yıldır ekranlarda neler izlediğimize bakmanız yeterli. Sözde aile dizileri(!) olarak hayatımıza giren, bol şiddet içerikleriyle beslenen ağalı, mafyalı, vurdulu kırdılı filmler varken, tüm ailenin ekranlara kilitlendiği saatlerde yayınlanan kimin eli kimin cebinde belli olmayan ama buna rağmen izlenme rekorları kıran diziler varken hala merak ediyor musunuz bu minik çocuğun katledilmesindeki asıl sebepler nedir diye?
Mesela çocuklarımızın elinde oyuncağa dönen o telefonlarda neler izlediklerini, hangi oyunları oynadıklarını, nasıl kelle kafa uçurduklarını bilmiyorsanız boş yere yormayın kafanızı bu çocuk neden öldü diye.
Çocuklarımızı önce sokakta arkadaşlarından, okulda öğretmeninden, evde anne babasından, evlenince kızlarımızı eşinden şiddet görmeden büyütemiyorsak hiç sormayacaksınız o zaman bu çocuk neden öldü diye.
Davranış bozuklukları ve kişilik bozuklukları bir günde ortaya çıkmaz. Çok önceden ayak sesleri duyulur. Örneğin çocukken arkadaşlarına ısrarla ve devamlı şiddet uyguluyorsa, zarar veriyorsa, empati duygu gelişmemişse, başka canlılara, kediye köpeğe zarar veriyorsa, çevresindeki eşyaları bozuyor kırıyorsa ve bunlara rağmen anne baba sırf kendi çocuğu olduğu için ses çıkarmıyor, görmezden geliyor ve yardım almıyorsa yakın gelecekteki sorunlu birey için bütün şartlar hazırlanmış demektir. Özellikle şiddete yatkınlık, kontrol edilemeyen öfke ve başka canlılara zarar verme davranışı çok belirgin ön uyarılardır ve mutlaka ciddiye alınmalıdır.
Çocuklar arasında kavga olur, atışma olur, çatışma olur ama ölümüne kavga olmazdı, can almaya kadar giden şiddet olmazdı. Çocuklar arasındaki çatışmalara müdahale edilmemesi gerektiğini çünkü onların arasında bir güç dengesi olduğunu düşünürdük. Ama artık bu denge maalesef bozuldu. Çocuklar arasındaki güç dengesi, yerini güçlü olan diğerini yok eder şeklinde bir çocuk terörüne dönüştü.
Yıllar öncesinin çocukları yetişkinlerden çekinir, onların kızmasından korkar, mahcup olurdu. Oysa bugün yetişkinler çocuklardan korkar olduk. Çünkü kalabalık gruplar halinde dolaşıyorlar, mutlaka kesici, yaralayıcı silah taşıyorlar, birçoğu madde ya da ilaç bağımlılığı yaşıyor.
Çocukların elinden çocukluklarını aldık, sokakları aldık, oyunlarını aldık, masumiyetlerini aldık. Onları taciz eden, tecavüz eden, şiddet uygulayan, ihmal eden yetişkinler dünyasıyla tanıştırdık. Anne babalar ayrıldı, sıkıntısını çocuklar çekti, her biri ayrı ayrı evlendi hatta yeniden çocuk sahibi oldular ama o ilk çocuklar ya devletin gözetimine yani çocuk esirgeme kurumlarına bırakıldı, ya da büyük annelere büyük babalara verildi. Gözlerden uzak, anne babayı ve yeni hayatlarını rahatsız etmeyecek mesafede büyüdüler, büyütüldüler.
Öte yandan başka evlerde ailenin göz bebeği, hayatlarının merkezi çocuklar büyüdü, büyütüldü. Onların her istediği yapıldı, onlar hep pohpohlandı, hiçbir şey başarmamışken, bütün bir ailenin merkezi olduklarını gördü ve her şeyin onları mutlu etmek üzere kurulduğunu sandı. O çocuklar da ‘İçi boş güven kuşağının kendini her şeyi yapabilecek kadar güçlü zanneden figüranları oldu. Sonra en küçük zorlukta tepe taklak olduğunda, mutsuzluktan stres topuna döndüğünde yaşadığı mutsuzlukları ‘acaba ne alsam da mutlu olsam’ kısır döngüsünde yok etmeye çabalayan çocuklarımız oldu. Ama yine olmadı, yine olmadı. Çocuklar çocukluklarını yaşayamadı. Onlar proje çocuklar oldu, ailelerinin her şeyleri oldu, en başarılı öğrenci oldu, sınavlarda en çok net çıkaran çocuk oldu, ama toprakta koşamadı, ağaca çıkamadı, top oynayamadı, dizleri ve dirsekleri yaralanmadı, üstü başı kirlenmedi. Çocuklar bir türlü hakkını vererek çocuk olamadı.
Bir çocuk niye bir çocuğu öldürür hala merak ediyorsanız, çayırda çimende koşan Heidi’li, Şeker Kız Candy’li çizgi filmlerimizin yerine neden, eline aldığı kılıcı gökyüzüne uzatıp ‘Güç bende artık’ diye bağıran He-Man çizgi filminin geldiğini sormalısınız kendinize.
Çocuklarımızın izlediği, hatta hepimizin izlediği Sevimli Hayalet Casper’a, Tom ve Jerry’e, Pembe Panter’e, Taş Devri’ ne ne olduğunu sormalısınız.
Sonra bugüne dönüp, neden bir aile olarak hep bir arada bir akşam yemeği yiyemediğimizi, aynı masada toplansak bile neden konuşamadığımızı, neden hepimizin gözünün telefonların ya da tabletlerin ekranında olduğunu sormalısınız.
Başkalarının sosyal medyada ne paylaştığıyla ilgilendiğiniz kadar çocuğunuzun ne yaptığıyla, ne anlattığıyla ya da neye ihtiyaç duyduğuyla ilgilenmediğiniz sürece bu soruların yanıtlarını asla bulamayacaksınız.
Paylaş