Paylaş
Çocukların televizyonla ve bilgisayarla tanışmaları maalesef çok erken yaşlara hatta aylara düştü. Doğar doğmaz televizyonla tanışan çocuklar, maalesef zaman zaman kontrolsüz olarak olumsuz görüntülere tanık olabiliyorlar. Özellikle yaşamının ilk aylarında televizyon karşısına oturttuğumuz çocuklar, algılayabileceklerinden daha ağır görüntüleri izlediklerinde sonraki yıllar içinde ciddi anlamda sorunlar yaşabiliyorlar.
Birçok annenin yemek yedirmek için ya da oyalamak için çocukları ekranlarla baş başa bıraktıklarını biliyoruz. Üstelik bu durum tamamen normal karşılanabiliyor. Oysa çocuklar açısından ilk tehlike burada başlıyor, çünkü televizyonla bu kadar erken tanışan çocuklarda ‘Bakıcı Kadın Sendromu’ olarak tanımlanan bir sorun ortaya çıkıyor. Annesi ya da bakıcısı tarafından oyalanması amacıyla televizyonun karşısına oturtulan çocuk, özellikle reklamlar ve kliplerde, hızla akıp giden görüntüleri algılamakta yetersiz kalıyor ve pasif bir izleyici olarak kendisini dış dünyaya kapatıyor. Sosyal bir birey olmakta gerilikler başlıyor, bu da yaklaşık olarak iki yaşına gelmesine rağmen kelime haznesi hala 5-10 kelime ile sınırlı kaldığında ve otistik belirtiler göstermeye başladığında aileler tarafından fark edilebiliyor. Bazen tanı koymakta gecikmeler oluyor, hatta çocuk otistik olarak düşünülüyor. Eğer sorun erken fark edilirse, bazı eğitimler ve destek çalışmalarıyla durum düzeltilebiliyor. Sorunun tamamı sadece televizyon görüntülerinden kaynaklanıyor.
Çocuk için televizyonun, eğitim ve eğlence olmak üzere iki amacı olmalı ve her iki durumda da sınırları net çizilmeli. Saatlerce televizyon seyretmesine izin vermek demek pimi çekilmiş bir bombayla çocuğu aynı odada bırakmaktan farksız.
Televizyondaki görüntülerden henüz anlamayan bir çocuğun bilişsel ve sosyal gelişimini bu derece olumsuz etkileyen televizyon eğer doğru kullanılmazsa, aslında pek çok başka olumsuzluğun da sebebi.
Televizyonlarda neredeyse gün boyu birbiri ardına yayınlanan çizgi filmlerin kahramanları da çocuklar için olumsuzluklara yol açıyor. Bizim çocukluklarımızda yayınlanan çizgi filmlerde, sosyal bir öğeyi vurgulayan, olumlu davranışlar kazandırmayı amaçlayan, paylaşım, saygı, sevgi, aile kavramı, şefkat, doğruluk, dürüstlük, toplum bilinci gibi insani ve ahlaki değerler tanımlanırken, şimdiki filmler ve kahramanları çok farklı şeylere vurgu yapıyorlar. Öncelikle şu an yayınlanan çizgi filmlerin bir çoğunda kahramanların gerçekle, gerçek hayatla hiçbir ilgileri yok.
Verdikleri mesajların da gerçekle alakası yok. Hatta bir mesaj verme kaygıları bile yok. Durum o kadar ciddi ki, film kahramanları adına üretilen ürünler inanılmaz büyük ticari pazarlar oluşturuyor ve her çocuk en azından birkaç kahramanın hayranı. Bu ticari pazarı destekleyen firmalar ve elde edilen karlar arasında biz çocuklarımızı koruyamıyoruz. İşin sadece çocukların istedikleri kahraman için ödememiz gereken bedellerden oluştuğunu sanıyoruz ama, arka planda, bu kahramanların çocukların gelişimine verdikleri zararın boyutlarını tahmin bile edemiyoruz.
Oysa asıl konuşulması gereken taraf bu, çocuklarımız son derece savunmasız biçimde, bu kahramanların oyuncağı haline geliyorlar. Mesele oyun ve oyuncak olmaktan öteye gidiyor. Çocuklar, psikolojik anlamda inanılmaz büyük risk altındalar.
Sıklıkla, kendisini Süpermen zannedip, çatılardan aşağıya atlayan çocukların haberlerini okuyoruz. Bunlar basın yayın kuruluşlarına yansıyanlar, bir de yansımayanlar var. Son olaylarından birinde 5 yaşlarında bir çocuk çizgi filmdeki kahraman gibi uçmaya kalkmış, yaralı olarak hastaneye kaldırılmış ve hastanede kendisini görüntüleyen gazetecilere,’ şimdi uçamadım ama sonraki atlayışımda uçmayı başaracağım’ demişti. Sadece bu olay ve bu söz bile konunun ciddiyetini göstermeye yeter aslında ancak nedense biz hala durumun bilincinde değiliz.
Bir çocuk yaklaşık olarak iki yaş civarında taklitlere başlar ve oyunlarında kişiselleştirmelere yer verir. Özellikle 4-5 yaşlarında –miş gibi davranmaya başlar.Yani doktor-muş gibi,anney-miş gibi sembolik oyunlar oynadığı görülür. Çizgi filmlerdeki gerçeküstü kahramanlar da çocuğun işte bu –miş gibi yaptığı yaşlarda son derece tehlikeli olabilir. Bu tehlike de gerçek anlamda soyut kavramların oluştuğu 11-13 yaşlara kadar sürebilir. Çünkü özellikle 7-8 yaşlara kadar olan çocuklar ölüm, yaşam, doğum, hayal, gerçek, varlık, yokluk ve gelecek, geçmiş gibi soyut kavramların bilincinde değildirler. Üstelik kişilerle özdeşleştikleri, bir yere ait olma, bir kişiyi ya da grubu model alma dönemlerinde çocuklara bir insanın neden uçamayacağını anlatmak mümkün değildir. Hayran olduğu, örnek aldığı kahraman neyi yapıyorsa, kendisinin de aynı şeyi yapabileceğini düşünür. Kendisini bir kahramanın yerine koyan çocuk, ebeveynlerinden bağımsız olarak kendi hayal alemini yaratarak kontrol etmeye başlar. Kahramanın bakış açısını anlamaya çalışır, onunla empati kurar. Bu kahramanlar hep en güçlü, en başarılı, en hızlı, en güzel, en yakışıklı gibi çocuk açısından önemli ve özel karakteristik özellikleri temsil ederler. Bu temsil özellikleri bir anlamda çocuğun gerçek hayattaki korku, kaygı, yetersizlik gibi duygularının perdelenmesine, bastırılmasına yardımcı olarak onu rahatlatır.
Küçük yaş çocukları için bu karakterlerin önemi bu noktada ortaya çıkar, çocuklar kahramanlarını ve rollerini çok ciddiye alarak onlarla özdeşleşirler.Bu özdeşlemenin sonucu ise kahraman eğer uçma, duvarlara tırmanma, görünmeyeni görme ya da anlama gibi gerçeküstü özellikler taşıyorsa çocuğun da bu hareketleri yapmak için denemelere başvurması olacaktır. O nedenle çocuğun kendisine rol model olarak aldığı, özdeşleştiği kahramanlara çok dikkat etmek gerekiyor. Her şeyin ötesinde kahramanın özelliklerinin ne olduğu ve bu özelliklerin çocukta yarattığı etkiyi iyi gözlemlemek şart. Henüz gerçeklik algısı oluşmamış çocuklarda televizyonda izlediği çizgi filmin kahramanının yaptığı her şey çocuk açısından son derece doğru ve uygulanabilir olarak görülecektir.
Çocuklar altı yaşından daha küçüklerse televizyonda izlediklerinin gerçek mi hayal mi olduğunun bilincinde olamazlar, henüz olaylar arasında neden sonuç ilişkisi kuramazlar, izledikleri her şey onlar için gerçektir ve filmlerde hayran oldukları karakterlere benzemeye çalışırlar. Hatta onlara benzediklerinden emindirler.
Çizgi filmlerdeki kahramanların olumsuz etkileri arasında, şiddet eğiliminde artış, başkalarının duygularına ve düşüncelerine karşı duyarsızlık yani empati yoksunluğu, ilgisizlik ve umursamazlık, çevresindeki şiddet olaylarına karşı tepkisizlik hatta doğal karşılama gibi çok belirgin olumsuzluklar görülebiliyor. Bunların dışında çizgi filmlerdeki kahramanların ve şiddet görüntülerinin, çocukların çevreleriyle olan ilişkilerinde daha saldırgan, gergin ve çatışmacı olmalarıyla bağlantısı olduğu görülmüş.
Üstelik son yapılan araştırmalar başka olumsuzluklara da işaret ediyor. Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından yapılan bir araştırma, çizgi filmler ve kahramanlarının çocuklarda kötü beslenmeye yol açan nedenler arasında olduğunu gösteriyor. Araştırmaya göre, çocuklar çizgi film kahramanlarının bulunduğu gıda maddelerine yöneliyorlar ve bu yönelim onların sağlıklı beslenmelerinin önüne geçebiliyor. Çünkü çocuklar tükettikleri ürün üzerinde kahramanların resmi yoksa almıyorlar ve bu nedenle fastfood olarak bilinen gıda maddelerine yöneliyorlar. Sonuç olarak araştırmacılar özellikle bu tip ürünlerde ve çocuklara uygun olmayan ürünlerde film kahramanlarının resimlerine yer verilmemesini istiyorlar. Benzer çalışma bizim ülkemiz için de geçerlidir ve aynı titizliği biz de göstermek zorundayız.
Bu konuda hepimize görev düşüyor. Öncelikle anne babalar, eğitimciler ve elbette ki yetkililer konuyu ciddiye almak zorundalar. Özellikle yetkililer tarafından televizyonlar çocukların izlediği saate uygun olarak yeniden programlanmalı ve çocuklar için hazırlanan ve yayınlanan filmler mutlaka gözden geçirilmeli. Bir devlet politikası olarak çocuklarımızın da izlediği televizyonlarda gerçekten onlara değer kazandıracak, eğitici ve öğretici programlar hazırlarken,kahramanların yapısının çocukların kişiliğini, psikolojisini ve gelişimlerini doğrudan doğruya etkilediğini göz önünde bulundurmak zorundayız.
Anne baba olarak bizim dikkat edeceğimiz ilk nokta, ilköğretim çağındaki çocukların odalarında televizyon olmamasıdır. Bu aynı zamanda okul başarısını da doğrudan etkileyen bir unsur olarak görülmelidir.
Televizyon karşısında kontrolsüz olarak çocuklar bırakılmamalı, neyi izlediği ve ne kadar süre ile izlediği mutlaka bizim kontrolümüzde olmalıdır. Ne kadar sevimli ve popüler olursa olsun, hayali kahramanlar çok küçük yaştaki çocuklara uzun sürelerle izletilmemelidir.
Çocuğun izlediği çizgi filme zaman zaman eşlik ederek film ve kahramanlar hakkında karşılıklı sohbet etmek önemlidir. Çocuğun hangi davranışların gerçek, hangisinin gerçek dışı olduğunu anlamasını sağlar.
Çizgi filmlerin karakterlerinin etkisinde kaldığını gördüğünüz çocuğu farklı uğraşlara yöneltmek gerekir. Özellikle uzun süre tatil olan yaz aylarında çocukların mutlaka bir yaz okuluna ya da spor klüplerine yönlendirilmesi son derece yararlı olur.
Teknolojinin hayatımıza bu kadar yoğun olarak yerleştiği son yıllarda artık yararlarından çok zararlarını konuşuyoruz ve bu zararlardan özellikle çocuklarımızı korumak zorundayız.
Paylaş