Paylaş
Çocuklarımıza olan tutumlarımızda, eski kuşaklara göre bazı değişiklikler olduğunun hepimiz farkındayız. Yetiştirildiğimiz şekilde çocuklarımızı yetiştirmiyoruz, anne ve babalarımızın rollerinden uzaklaşıp yeni roller edinmeye başladık. Bu durumun gerekçesi olarak, çağın gereksinimlerini, teknolojik gelişmeleri, yeniliklerle büyüyen bir nesli gösterebiliriz.
Öncelikle annelerden başlamak istiyorum. Kadınların iş ve eğitim alanlarında gün geçtikçe daha da aktif olmasıyla, çocuklarından beklentileri de büyük oranda arttı. Çocuklarının eğitimleri konusunda yaşadıkları doyumsuzluk, mükemmeliyetçi tavırlar, görünürde daha bilgili ve kültürlü bireyler yetiştirmeye çalışılıyor gibi görünse de diğer taraftan çocukların oyun ve ilgi alanlarına yönelmesini engelleyen ve onların çocukluklarını yaşamalarının önüne geçen bir tutum. Çocukların istekleri ve beklentileri ikinci plana atılıyor. Böylelikle de hırçın, inatçı, mutsuz, ders çalışmayı sevmeyen çocuklar gündeme geliyor.
Bu durumda babaların daha ılımlı ve olumlu bir tutum izledikleri ve eskiden olduğu gibi çocuk, anne ve okul sorumlulukları üçgeninde daha mesafeli durdukları bir gerçek.
Kimi zaman arabulan, kimi zaman annenin sözünü dinleyen, kimi zaman da çocuklarıyla kaçamaklar yapmaktan zevk alan babalara dönüştüler.
Son yılların ebeveyn tutumlarına baktığımızda aile içi rollerin önemli ölçüde değiştiğini görmek mümkün. Annelerin iş hayatında ciddi anlamda yer almaya başlamalarından sonra da ev işi ve çocuk sorumluluklarından geri adım atmadıklarını ve yüklerini paylaşmaya yanaşmadıklarını görüyoruz. Hala aynı mükemmeliyetçi, ‘kariyer de yaparım, çocuk da yaparım’ tutumu aynı şekilde devam ediyor. Ancak sorumluluklar arttıkça annenin bir kadın olarak pek çok sorumluluk arasında bölünüp parçalandığını, sonrasında da bu sorumluluklara yetişememenin ya da kendine göre hakkıyla yapamıyor olmanın verdiği suçluluk nedeniyle öfkelendiğini görmemek mümkün değil.
Anne ve baba olarak gelinen noktaya ben ‘Yeni Nesil Ebeveynlik’ diyorum. Yeni nesil ebeveynler de anne ve babanın rolleri inanılmaz değişim gösterdi. Eskinin otoriter ve kural koyucu, disiplinli babaları gitti, yerine ‘Pamuk Şeker Babalar’ geldi. Sabırlı, esnek ve sorun çözücü anneler yerine de ‘Demir Ökçeli Anneler’ geldi. Babanın otoritesini yok edip, çocukla arkadaş olan babalar yaratan yeni nesil ebeveynlik, otoriteyi, sınır çizme ve kural koyma işini de anneye yüklemiş durumda. Ama unutulmasın okul sorunlarına, ev ödevlerine, ev işlerine ve çocuğun sosyal ve akademik hayatına odaklanan anne tek bir insan. Bir ahtapot ya da robot değil. Her şeyi üstlenen ve altından kalkmaya çalışan o anneler bu yoğunluğun ve sorumluluğun altında bir süre sonra bir akademik canavara dönüşüyor.
Çocuğunun ilkokula başladığı ilk hafta okumayı yazmayı çözmesini hatta dört işlemi yapmasını bekliyor. Sınav notlarının 100 üzerinden 150 olmasını, öğretmen 5 yıldız veriyorsa çocuğundan 7 yıldız almasını istiyor. Sınav notunu söyleyen çocuğuna sınıftaki en yüksek notun ne olduğunu soruyor.
Çocuğu akşam okuldan eve geldiğinde sırasıyla önce elini yüzünü yıkamasını, sonra üstünü değiştirmesini, sonra yemeğini yemesini, sonra ödevini yapmasını, sonra test çözmesini, sonra kitap okumasını, sonrasında yatıp uyumasını istiyor. Çocuğunun akşam 17.00’den gece yatana kadar geçen 3- 4 saatlik sürede bir robot gibi davranmasını bekliyor. Onun bir çocuk olduğunu, dinlenmeye, eğlenmeye ve oyun oynamaya ihtiyaç duyduğunu unutuyor. En çok da anne babasına ihtiyaç duyduğunu, onların sevgisi ve ilgisiyle gelişeceğini de unutuyor.
‘Yemeğini ye, televizyon seyretme, kitap oku, üstünü çıkar, odanı topla, bırak şu telefonu elinden, çorabını giy, yatağına git, dersini çalış, ödevini yap vb.’
Genellikle bu şekilde devam eden bir sürecin sonuna gelindiğinde ise uzman yardımı almaya karar veriliyor. Çocuklarının tembelliğinden ya da sorumluluk almamasından, ailenin istediği ve doğru bulduğu şeyleri yapmamasından, kimi zaman pasif kimi zaman agresif davranmasından yakınılıyor. İşte buradan sonra çocuklarla birlikte ailelerin de değişmesi gerektiği bir sürece giriliyor.
Peki aslında ne olmalı? Bilgili, kültürlü, çalışkan, iyi eğitilmiş bireyler olmaları iyi bir şey değil mi? Elbette bunda bir yanlış yok. Ancak çocukların çocukluklarını yaşamasından daha fazla onları zenginleştirecek bir şey de yok. Her şeyin bir yaşı ve zamanı var. Oyunla, arkadaşlarıyla, hobileriyle vakit geçirerek büyüyen bir çocukla; ödevle, ne yaparsa yapsın hep daha fazlasını yapmak zorunda kalmakla, zorlamalarla, sınavlarla oyunsuz ve mutsuz büyüyen bir çocuğun arasında o kadar fark var ki. Unutmayın, çocuklar yalnızca bir kere çocuk olurlar, ama eğitimleri hayatları boyunca devam eder.
Çocuklar yalnızca bir kere oyun oynarlar ama o zevki büyüdüklerinde tadamazlar. Bırakalım çocuklarımız oyunlar oynasın, müzik ve sporla uğraşsın, sınavların birinden düşük not alsın, eksik olmayı ve başaramamayı tecrübe ederek öğrensin. Biz anne babalara düşen en önemli görev ise, çocuklarımızın en güzel yıllarını ellerinden almadan, dengeyle büyütmek ve her şeyi tadında yaşamak, yaşatmak, topluma sağlıklı bireyler kazandırmaktır.
Yoksa okul ve ödev sorumluluklarını çocuklardan daha fazla mesele edinmiş, daha fazla düşünen anne babalar olmak değil.
Şimdi soru şu; öğrenci olan kim, siz mi çocuğunuz mu?
Paylaş