Paylaş
Dün basında yer alan bir haber dikkatimi çekti. Özel Tüketim ve Motorlu Taşıtlar Vergileri’nin çok yüksek olduğu güzel ülkemizde lüks araç satışında resmen patlama yaşanmış. Ülkemizin neredeyse üçte ikisinin asgari ücretle geçindiği göz önüne alınınca hakikaten önemli bir haber. Zira rakamlara bakarsak satışlar bir yıl öncesine göre yüzde 20 civarında artmış durumda.
Haber başlıkları da güzel: Türklerin lüks otomobil tutkusu
Çok doğru bir başlık olduğunu haberi okuduğunuzda anlıyorsunuz, ismini vermeyeyim ama pek çok insanın ulaşamayacağı kadar yüksek bedelli bir lüks otomobilin satışları geçen yıla göre yüzde 107 oranında artmış.
Ülkenin yarıdan fazlası neredeyse açlık sınırında geziyor ama lüks araç alımı geçmiş yıllara göre artıyor. O zaman ya asgari ücretle geçinmenin inanılmaz bir yolunu bulduk ya da asgari ücretle öyle iyi yatırımlar yapıyoruz ve öyle iyi gelirler elde ediyoruz ki bırakın sıradan bir arabayı, lüks araç alabiliyoruz.
Hemen her gün ekranlarda gördüğümüz çöpten ekmek arayanlar da, bedeli milyon dolarları bulan araçları alanlar da aynı toprağın insanı. Akıl alır gibi değil bu kadar büyük uçurumları ama durum böyle.
En alt gelire sahip olanla (hadi bunu asgari ücretle sabitleyelim, daha altını söylemeye, açlık sınırı demeye dilim varmıyor), en üst gelir arasındaki uçurum büyüdükçe birbirimizden kopuşumuz da büyüyor psikolojik olarak biliyor musunuz? Ortak noktalarımız kalmıyor, aynı şeylere gülemiyor, aynı acıda buluşamıyoruz. Birinin bir ayakkabıya verdiği bedelle, bir aile bir ay geçiniyor mesela.
Servet avcılığı yapmayalım ama bir de olayın psikolojik ve sosyolojik boyutlarına bakalım. Günümüzde her gün TV ekranlarında ne kadar çok kazandığına, ne kadar zengin olduğuna şahit olduğumuz ünlüler ya da birtakım başka insanlar vasıtasıyla her şeyin bedelini öğreniyoruz. Bazı programlar da bizleri olabildiğince lükse ve tüketmeye özendiriyor. Bu kadar cezbedici ve çeldirici etken olunca da etkilenmemek neredeyse imkansız.
Lüks dediğimiz kavram bile her gün değişiyor. Bundan 40 yıl önce buzdolabı bir lükstü, bugün vazgeçilmez bir eşya haline geldi. 20 yıl önce cep telefonları ortaya çıktığında lükstü, bugün telefonumuz olmadan neredeyse yolumuzu bulamayacağız, elimiz ayağımız olmuş durumda.
Lüks aslında sıradan vatandaşın bütçesiyle kolaylıkla alınamayacak ve bir takım eşyalardı ve aslında çok da ihtiyaç duyulan şeyler değildi. Ama şimdi ekranlar ve internet sayesinde her şeyi görüyoruz, tanıyoruz, biliyoruz. İhtiyacımız olmasa da, olduğuna inandırılıyoruz. En başta kendi kendimizi inandırıyoruz.
Lüks tüketime özenmemizin sebebi aslında statü, güç, zenginlik duygusunu yaşatması. O nedenle özellikle lüks tüketime yönelik reklamlarda hep bu vurgu yapılır. Bireylere ‘sen özelsin, çünkü bu ürünü kullanıyorsun (ya da kullanmalısın)’ mesajı verilir.
Artık alışveriş yapmak ihtiyaçlarımızı karşılamaktan çıktı, başkasında gördüğünü almak, borca girmek pahasına almak, taksit taksit geleceğimizden çalarak almak boyutuna geldi.
Tüketim toplumu bireyleri olarak en fazla haz aldığımız olay alışveriş yapmak oldu. Bunu nereden anlıyoruz? Burnumuzun dibine her gün bir yenisinin dikildiği alışveriş merkezlerinden, bilinen adıyla AVM bolluğundan anlıyoruz.
Hepimizi dışı allı pullu, aynalı, camlı süslenmiş ışıl ışıl taş binalara tıktılar. Dolaylı olarak da ‘al, ne bulursan al, ihtiyacın olmasa da al, her gördüğünü al’ psikolojisine soktular. Bu bilinçli olarak üzerine çalışılan bir tüketim sistemleri sonucudur. ‘Satın al, tüket, borca gir, ödemek için ömrünü ver ve asla ödeyeme’ durumudur. Toplum olarak içine düştüğümüz durum; ihtiyacımız kadar tüketelim değil, istediğimiz kadar tüketelim durumu oldu. Bütün bunları yapabilmek için elimizde sihirli bir oyuncak da var: Kredi kartlarımız!
Kredi kartları başımıza bela edildiğinden bu yana kaç kişinin intihar ettiğini, kaç yuvanın yıkıldığını, kaç çocuğun kendi anne babasının yanında bakılamadığı için devlet korumasında çocuk esirgeme kurumlarına bırakıldığını biliyor musunuz? Bir zahmet istatistiklere bakıverin internetten.
Tüketimi, tüketimin sebeplerini, kişileri nasıl etkilediğini yazmak kitaplar dolusu yazmak anlamına gelir. Sonuçlarını görmek için ise çevrenize bakmanız yeterlidir. Özellikle haciz işlemlerinin yapıldığı adliye koridorlarına…
Artık neredeyse elbise fiyatına taksitlere bölerek araba alıyoruz ve kredi kartlarıyla ödüyoruz.
Açız ama olsun, arabamız var!
Paylaş