Paylaş
Bu hafta bir şeyleri izleyebilecek konsantrasyonu sağlamak zordu, malum Türkiye’nin cenazesi vardı. Hepimizin oğlu Berkin Elvan daha fazla dayanamadı gitti. Sokakların kalabalığı ve evlerdeki yılgınlık ve çılgınca kutuplaşma ve sonsuz bir vicdan kanamasıyla elimizde kumanda kalakaldık…
Zaplarken zaplarken bir de baktım ki bütün dizilerdeki alkoliği Nurseli İdiz oynuyor. Vallahi hem bütün dizlerde oynuyor hem de hiçbirinin oyuncusu değil. Kalıcı bir misafir oyuncu gibi hepsinde az çok birkaç bölüm oynuyor ama hayatının açmazlarından birini kariyeriyle de bütünleştirmek üzücü geldi doğrusu. Her acının etinden, sütünden, kılından, yününden faydalanmak ve trajedileri komedi de tüketmek çok içime sinmedi doğrusu…
Zaplarken zaplarken sürekli Mesut Yar’ın programına rastladım ve düşündüm ki dünya yansa lagada lugada, kahkahah kihkihkih ve konu yok ortada. Bu da farklı bir yapı ve belli ki çok tutuyor.
Zaplarken zaplarken Karagül gibi efsane olmuş bir dizinin artık çok uzattığını, ilerlemediğini ve aynı dramın bu derece sömürülüp uzatılmasından ayrıca dram çıktığını fark ettim. Hayırlısıyla bir şey olsun artık lütfen! Sırf çok reyting yapıyor diye Kendal’ın maceralarına daha fazla devam etmeden, bir bütün olarak zaten başta başarılan yapıya acilen dönülmeli bence.
Zaplarken zaplarken bir de baktım ki Güneşi Gördüm, ayı gördüm, yazı gördüm, kışı gördüm ama bir türlü dizideki gerçek aşkı merkezde görememekten sıkılmışım. Ortada çok güzel bir gizli aşk var ve lütfen artık çoluk çocuğun masum lise aşkından anne babanın çok daha derin ve naif aşkına geçilsin diyorum.
Zaplarken zaplarken bazı haber kanallarının yandaş seçim otobüsü gibi bağırırken karşıt kanalların muhalefet partileri gibi slogan attıklarına şaşırdım. Biraz tarafsız, objektif ve yine de merkez medya olmayı başaranlar da vardı. Bu sefer penguencilik yapmamalarına tabii ki çok sevindim.
Zaplarken zaplarken bize sürekli kıl kremi, tüy şampuanı, yün yumuşatıcısı, bayrak, rozet, poster, cd, bal, ayakkabı, bolca akıl fikir satılmasına sinirlendim. Bari bazen ara verebilirlerdi, eskiden ölüye saygı vardı diye hatırlatmak istedim.
Zaplarken zaplarken Ankara’nın Dikmeni’ne rastladım ve Çok Güzel Hareketler yapan insanların hep aynı hareketler yapmasının ‘çok bayat hareketler’ bunlar dedirttiğini gördüm. Bu kadar yaratıcı oyuncuların bir takım tiplemeler içinde gençliklerini heba etmelerinin sanatla, üretkenlikle ne ilgisi var anlamadım. Hıyarlı baba, mezarcı bilmem ne falan filan…
Zaplarken zaplarken Sevdaluk dizisinin muhteşem kadrosunun senaryo olmayınca ne yapsalar yetmediğine şahit oldum. Dizinin gittikçe bir Karadeniz belgeseline dönüştüğüne üzülüp bu detaycı ve ciddi çalışmanın bayağı hastalandığına şahit oldum.
Zaplarken zaplarken Fatih Harbiye’nin en baştan beri arada sallansa da belli bir denge de başarıyla devam ettiğini itiraf ettim. Yakışıklı iki erkeğin mücadelesi ve birkaç güzel kızın göz doldurduğu sahneler, yerli yerinde çatışması, tam bize özgü kıvamlı ağır temposu nedeniyle izleyicisini sağlamlaştırarak yoluna devam etmesine hak verdim.
Zaplarken zaplarken bir de ne gördüm? Baktım bir yerden tanıyorum, önce çıkartamadım ama sonra damdan düşer gibi hatırladım. Eski survivorcılar artık yeni Survivor açık oturumlarında konunun uzmanı olarak adada olan biteni değerlendiriyorlar. Bu hayatta Survivor uzmanı olmak gibi bir kariyer de yapılabilirmiş. Vallahi billahi küçük dilimi yuttum, nasıl değerlendirilir bilemedim.
Bu yüzden bu hafta biraz sıyırdım, ipin ucunu kaçırdım, ayarlarım bozuldu ve galiba pes ettim. Ay vallahi çok yoruldum ve ciddi ciddi Survivor uzmanlığı yapmalarından utandım.
Paylaş