Paylaş
Dizi Oğuz Atay’ın "Tutunamayanlar" adlı kutsal kitabına tutunarak girizgah yapıyor ve yaşamın dışına itilen, özgün, özel, derin ve ayrıksı karakterleri, en çok da işinden iftirayla edilen esas oğlanı sevdiriyor bu başlangıçla. Dizinin ikinci bölümünde esas kızın da ailesine yabancı, yalnız, öfke ve acı dolu bir Tutunamayanlar hayranı olduğu görülüyor. Oğlan kıza kitaptan bölümler okuyor… Doğrusu polis mafya çatışmasından aksiyon çıkaran bir yapım için, ilginç ve farklı bir edebi referans göstererek dikkat çekmeyi başarıyor, aslında riskli ve zor bir damardan yürüyor Poyraz Karayel. Kaldı ki diziyi de benzerlerinden ayıran ve ilk iki bölümde sevdiren kan da bu damardan pompalanıyor. Tutunamayan iki karakterin filizlenmesi beklenen aşkı için Oğuz Atay’ın yönlendirici motif olması farklı sınıftan iki gencin ilişkisini en baştan olumlayarak romantize etmeye yetiyor elbette.
Tutunamayan eski polis Poyraz’ın esprili dili değişik renkler ve lezzetler tutturduğu için öykünün kolayca akan ve ısıtan yapısı seyri keyif veren bir iş çıkartıyor. Örneğin Poyraz komşunun oğluna hayat bilgisi dersi çalıştırırken aileyi anne, baba ve televizyondan oluşan en küçük birim olarak tanımlar. Bu birimde kimsenin kimseyi sevmediğinin altını çizer. Ülkemizin coğrafi yapısını ise üç tarafı denizlerle kaplı içi yalnızlıklarla dolu bir bölge olarak anlatır. İkliminin yazları sıcak ve ter kokulu, kışlarının ise yalnız geçtiğinden dem vurur. Toplumun yapısını ‘karşılıksız sevmek en gelişmiş sporumuzdur’ şeklinde özetler. Fransa'dan entel bunalımı, Afrika'dan stopper, Rusya'dan 1.80 üstü gelinler alıp hepsini karıştırarak senaristler tarafından dizi yapıldığından ve Araplara satıldığından bahseder. Bu özetle Poyraz Karayel, kendisinin de içinde bulunduğu dizi dünyasına kısa menzilli bir bakış savurur… Dolayısıyla yoksul ancak cesur yürekli Poyraz’ın iğneleyici dili, kayıtsızlığı ve farkındalığı hayata zihinsel bir yakınlık ve uzaklık mesafesinden bakma yetisi kazandırır. Esas oğlan neticede karakter özellikleri ve İlker Kaleli performansıyla inandırıcı bir bütünlük yakalar.
Esas kız ise ailesinin en sevdiği fertlerini babasının kirli mafya dünyası nedeniyle kaybetmiş güzel, zengin, asi ve acıları olan yalnız bir doktordur. Bütün İstanbul’a baba olan ancak kendi evlâtlarına baba olamayan mafya babasının kızı zaten tutunacak bir dal, sarılacak bir aile ararken Poyraz ve oğluyla karşılaşır. Beş yaşlarında annesiz güzel bir çocuk elbette vicdan kanırtır ve Burçin Terzioğlu’nun canlandırdığı karakter boş kucağını baba ve oğula aralar.
İkilinin görsel uyumu seyir zevki açısından yeni bir resim ve anlatı geleneğiyle yerleşik tiplemelerin temsiliyetinden bir adım öteye geçmeyi başarıyor. Gerçi neredeyse hemen her dizide var olan iyi kalpli fakir polis tiplemesi sık sık iktidar işleyişini yeniden üreten bir bakış yerleştirse de dizi de kötü polislerin de var oluşu ve zaten iyi polisin sistemin dışında maşa olarak kullanılması eleştirel bakış için de geniş bir aralık olarak değerlendirilebilir.
Bu arada toplumun ortak değerlerine uygun kimlikler, aksiyonlar ve simgeler yerli yerinde bolca kullanılıyor. Örneğin Mevlit sahnesinde mafya babasının evinde toplanan aile ve yakınların dizilimi, hiyerarşik kadın erkek konumlandırması, hoca efendinin önüne konulan sürahi, bardak gibi detaylar, dekorasyon, ışık ve kostümler toplamıyla seyirciye tanıdık olduğu bir dünyanın stilize edilmiş yeni bir modelini sunuyor. Böylece şatafatlı mafya evinde okutulan duanın karakteristik kaba çizgileri eğlenceli bir kombinasyonla ilişkilendirilerek seyirciyle hem tanıdık hem yabancı sonuçta tuhaf bir ortaklık yaratılıyor. Üstelik marjinal ana karakterlerin etrafı ‘albay’ komşu ve ‘hacı’ taksici gibi çok bildik simgesel yan tiplemelerle beslendiği için kabul edilebilir duruyor.
Bu arada ortak hafızanın en bilinen şarkılarından biri giriyor mesela… Ben yalnızım yalnızım, bir haykırsam belki duyulur sesim! Poyraz Karayel dikkatle bezenmiş detaylarla seyirciyi elinde tutacak yerli benzerlikler bulmayı ve kurmayı başarmıştır. Farklı zevkleri, kaygıları, yaşam biçimlerini suç dünyası üzerinden ve yerli köklerden besleyerek sıcak ve sempatik bir dil oluşturmuştur. İçinde çocuk olmasına karşın fazla kanırtarak ağlatmak yerine gülümseterek sürüklemeyi seçmiştir. Ayarı hassas ve zor olan bu dengede uzun ömürlü olması gereken işlerden biri olarak sıyrılmaktadır.
ÖNEMLİ UYARI!
Kuzey Güney’den sonra Poyraz Karayel gibi bir isimle dikkat çekmeyi planlayanlar yarın nasıl bir coğrafi isimle seyirciyi dumura uğratır ve o arada kendilerine alıştırırlar korkusu yok değil tabii! Dizi isimleri genelde pek alengirli, iddialı, sosyetik çağrışımlı ama bir o kadar da sokaktan olsun derken gerçek hayatta adamın biri çocuğuna ‘İstanbul’ ismini koymuştur. Yapmayın halk etkileniyor ve bakın hatta televizyoncuların kendileri kendi yaptıklarına inanıp havaya giriyor! Şimdi seyirci çocuklarına ‘Ihlara vadisi’ ya da ‘şiddetli tipi’ ya da ‘Marmara bölgesi’ gibi yer ve doğa olaylarını isim niyetine koyarsa normaldir.
Paylaş