Paylaş
Fiziksel ya da ruhsal şiddet gördüğü, aşağılandığı ve sonuçta mutsuz olduğu halde ayrılmak istemeyen milyonlara örnek bir kadın Süreyya! Yüksek Sosyete’de Zuhal Olcay’ın canlandırdığı karakter orta yaşı aşmış, çocuklarını büyütmüş ve aniden terk edilmiş, aldatılmış üst sınıf bir kadın. Hayata tutunmayı bilmeyen, kendi ayakları üzerinde durmayı eksiklik sanan, sözde yardım derneklerinde birilerine destek oluyor gibi yaparak boy göstermeyi amaç edinen müthiş sığ, kirli, renksiz ve gereksiz tüketilmiş bir yaşam. Süreyya sağlıksız, saygısız ve aşksız evliliğinin acısını başta kendisinden, sonra çocuklarından çıkaran dolayısıyla anneliğini de bozuk, yanlış ve zedeleyici bir kimliğe dönüştüren bir karakter. Haliyle hem kendinden hem de çevresindekilerden memnun değil. Üstelik kızını doğurduktan sonra rahmi alındığı için kadınlığının bittiğini ve bu yüzden kızının uğursuz olduğunu düşünüyor. Böylece kızı üzerinden kendisiyle ilgili asabi, sivri ve acımasız duygularının yansımaları açığa çıkıyor. Adeta kendi sevilmemesi gerekliliğini ve uğursuz olduğu inancını kızına projekte ederek dışa vuruyor.
Örneğin son bölümde bir erkekle güzel bir akşam geçirdikten sonra oğlunun geçirdiği kazadan büyük bir suçluluk hissediyor. Hatta adamı da kendisini alıkoyduğu için suçluyor! Çünkü hem kendi başına gelenlerin hem de ailesindeki herkesin başına gelen felaketlerin sebebi olarak kendi uğursuzluğu, yetersizliğine dair gizli, yaşayamamış ve bastırılmış bir kadın saklıyor. Dolayısıyla kısır döngü bozulmyor ve anneliğini, kadınlığını yaşayamamanın öfkesini de çocuklarını ve kendini cezalandırarak çıkarıyor. Ne var ki tümünü zehirleyen evliliğini yine de korumaya çalışıyor ve boşanmaya yanaşamıyor. Ne zaman ki hayatına yeni bir erkek giriyor Süreyya’nın ufak başkaldırısı ve sesi farklı çıkmaya başlıyor ve fakat büyük bir suçluluk duygusu gölgesinde kıvranarak!
Çünkü ekonomik bağımsızlığı olduğu halde sosyal açıdan kendisini kıymetli, sevilebilir yani var sayabilmek için illa ki kocası tarafından sahiplenilmesi, sevilmesi gerektiği fikrinden kurtulamıyor. Üstelik kocası başka bir kadını hayatına çoktan almış ve başka yataklarda yatıyor olsa bile en azından toplumun önünde evliliğini devam ettirmek için bir yalanı yaşatmak çok mantıklı görünüyor. Çünkü Süreyya var olmayı bilmiyor! Yeni bir hayatı kendisine hak görmüyor. Ne de olsa anneler sadece anne kimliğiyle mutlu olmalıdır! Öte yandan yalnızlıktan korkuyor, boşanırsa kabul görmeyeceği endişesiyle mahvoluyor ve yıllardır çektiği adamı başka bir kadına kaptırmanın kıskançlığıyla kavruluyor. Ve çok yazık ki yine başka bir erkeğin yakın ilgisiyle Süreyya tay tay ayakta durmaya çalışıyor. Kendisine kadınlığını hatırlatan, değerli hissettiren ve yeniden yaşamdan zevk almayı sağlayan yeni bir aşık olmasa Süreyya kendisine inanmıyor. Keşke senaristler bu sürecin ilacını başka bir erkekte bulmak yerine Süreyya’ya kendini keşfetme, sevme, üretme ve direnme gibi bir şans tanısalardı! Sonra tabii yine elbette aşık olsaydı… Ama anlaşılıyor ki Süreyya’nın boşanamama korkusunu tetikleyen nedenler metni yazanların bilinçaltında da çoğunluğun sarsılmaz değer yargılarına göre çalışıyor.
Oysa bir kadının ayrılmayı isteyebilecek güçte ve duygusal altyapı da olması için geçilmesi gereken evreler işlenseydi ne güzel olurdu. Belki hayat kuramayan ama başka kadınlarla hayat üstüne hayat kurarak bir sürü insanın yaşamını karartan erkeklere ve kendine inanmak için bir erkeğe yaslanmak zorunda hisseden kadınlara ışık olurdu…
Paylaş