Paylaş
*Deprem Dede’miz ve Müslüm Baba’mız yoğun bakımda. İki aile büyüğümüze de dualar ediyoruz. Dedemizi de babamızı da seviyoruz, çok seviyoruz…
*Tiyatro sezonu başladı ve elbette sıcak evlerimizi, mis gibi dizilerimizi ve birbirinden heyecanlı yarışmalarımızı bırakıp gidecek değiliz. Ancak TV yıldızlarının birçoğunun tiyatroda canlı canlı oynadıklarını ve yeniliklerle dolu tiyatrolar açıldığını duyuyoruz. Çıplak gözle ünlüleri görme zevkinin dayanılmaz mutluluğunu yaşamak isteyerek tiyatroya yolunuzu düşürebilirler diye endişeleniyoruz, korkuyoruz, uyarıyoruz.
* ‘Beni Affet’ dizisinin 5 dakikadan fazla izlenmesi halinde kalp, tansiyon ve damar hastalıkları olanlar açısından sakıncalar içerebileceğini halkımıza duyurmak istiyoruz. Diziyi herhangi bir yerinden izlemeye başladığımızda duyduğumuz diyaloglar şöyle olabiliyor; ‘Babam öldü, dedem intihar etti, fabrika kundaklanmış, bebeğini düşürebilirsin…’ TV’den öğrendiğimiz doğru nefes alıp verme teknikleriyle kriz ve travmaların üstesinden geliyoruz. Havayı burnumuzdan alıyoruz, ağzımızdan veriyoruz. Acaba eskiden nereden alıp nereden veriyorduk, artık hatırlamıyoruz.
*’Yalan Dünya’ dizi karakterleri bu sezonda farkını tüm diğer komedi dizileriyle açtıkça açıyor. Karakterler derinleştikçe espriler çok daha anlamlı, incelikli ve katmanlı tatlar veriyor. Dizi kesinlikle ‘Avrupa Yakası’nın gölgesinde kalmaktan kurtuluyor, rakip dizilerden sıyrılıyor ve müthiş oyunculuk kalitesiyle uzak diyarlara yelken açıyor.
*Afrika’nın beşiği Kenya’da kan, ter, gözyaşı, çamur, sis, pus, aslan, kaplan, yılan ve yalanlar eşliğinde mücadele ediliyor. Yarışmacılar ve yapımcıların tek istediği ve beklediği biraz reyting. Sevap niyetine izlenmesini rica ediyoruz. Çakma Survivor duygusu uyandırıyorsa bile unutmamalıyız ki ‘yarım elma gönül alma’ demiş atalarımız. ‘Trophy Türk’ün Acun’unun resmen Acun’u aratması ise yüreğimizi burkuyor. Allah’tan orijinal Acun’u haftanın her günü bir başka yaratıcı projeyle izleme şansı buluyoruz. Oturup kalkıp rabbimize şükrediyoruz…
* Yıldız Tilbe’nin programında adeta iki ayrı stüdyo varmış duygusu izleyicide hasret, ulaşılmazlık ve dokunulmazlık duyguları uyandırıyor. Üzülüyoruz da üzülüyoruz. Program sahibesi Yıldız, uzak bir koltukta tek başına oturuyor, ulaşamıyoruz… Arada kalkıp tek başına şarkısını söylüyor, tek başına kurtlarını döküyor, tek kişilik koltuğuna oturuyor yani tek başına takılıyor resmen. Konuklara soru sormuyor, sohbet etmiyor, mümkünse muhatap olmuyor duygusu uyandırıyor. Zavallı konuklar program sahibesinin gözünün içine bakıyorlar, bir umut bekliyorlar ama Yıldız’ın dikkatini kimse çekemiyor. Bir derdi var belli ama söylemiyor, sormaya korkuyoruz. Sanki iki ayrı stüdyodan birbirlerine canlı bağlanamıyorlar. Görüyoruz ama hasret basıyor yine de… Özlüyoruz Yıldız’ı!
* James Bond’un sahip olamadığı yetenek, beceri, donanım, kültür ve güce sahip olan Süleyman’ın elbette Muhteşem Süleyman olmadığına artık hiç şaşırmıyoruz. ‘Öyle bir Geçer Zaman ki’nin Süleyman’ı gelmiş geçmiş tüm Süleymanlara taş çıkartıyor. Memleketin en Süleyman’ı olarak tarihe geçiyor. Önümüzdeki sezonda diğer oyuncular kazaya kurban giderek, intihar ettirilerek, eceliyle hastalanarak, birbirini temizleyerek vb yollarla öldürülsün ve Süleyman başrole geçsin diye bekliyoruz. Adını Süleyman Koydum veya Süleyman’ın Yolu adıyla başımıza geçsin istiyoruz artık.
* Veda yayına veda ettiği için rahatlıyoruz. Neredeyse mükemmel bir iş olduğu için alerji yapıyor, farkındalık yaratıyor, çıtayı yükseltiyor ve benzerlerine kötü örnek oluyordu. Böylece bir başarılı yapımı daha başımızdan savıyoruz.
* ‘İki Dünya Arasında’ adlı diziden sonra öcülerden korkuyoruz, cinlerden kaçıyoruz, hurafeye tapıyoruz, üç buçuk atıyoruz. İsviçreli ve İngiliz bilim adamlarının asla çözemediği afakanlar basıyor; daralıyoruz, sıkılıyoruz, bunalıyoruz… ‘İmdat’ diye bağırıyoruz duyan olmuyor. ‘Yangın var yetişin’ diyesimiz geliyor ama tam o sırada ruhumuz bedenden ayrılıyor ve biz seyrediyoruz.
Ne de olsa seyirciyiz biz bu hayata…
Paylaş