Paylaş
Çocuğu ölmüş bir anne gibi davranmak zorunda kalan bir pavyon kadını…
İyi bir anne olmadığı için seyirciyi sinirlendirmek üzere yazılmış soğuk, sevgisiz, ıssız, yoksul ve muhtaç bir kadın. Anne olmaktan öte insan olabilme şansı bulamamış temel hak ve özgürlüklerini tüm bedeni ve ruhuyla, beraber olduğu adamın iki dudağı arasında yaşayan zavallı bir kadın…
Dizinin hem kurban hem de katil kadını! Kurtuluşsuz, çıkışsız, çözümsüz ömürlerden biri ve üstelik müthiş Gonca Vuslateri oyunculuğuyla beraber her bölümde derinliği inandırıcılık ve farklı boyutlarda gerçeklik kazanan bir karakter.
Seven ama bakamayan, bakan ama sevemeyen, doğuran ama sahip çıkamayan ya da hepsini yaptığı halde ailesi tarafından onaylanmayan veya hiçbir şey yapmadığı halde onaylanan anneler. Doğurduğu için anne olanlar, doğurmadığı için suçlu hissedenler, anne adayları, evcilik oynar gibi ‘annecilik’ rolü oynayan ev bitkisi tadında süslü kadınlar… Ancak en temelinde sevmesini bilmeyen, sevmeye izin verilmeyen ve ne yazık ki çoğunlukla hiç sevilmemiş anneler, kadınlar.
Çok farklı kadın ve annelik biçimleriyle Anne dizisi şu aralar ekranları başındaki seyirciye müthiş katharsisler eşliğinde ciddi sorular soruyor. Dizi her ne kadar bir Japon adaptasyonu olsa da başarılı oyunculuklar ve doğru bir uygulamayla toplumumuzun kadın proto-tiplerine gayet uygun düşüyor. Belki de kadının annelikle tanımlanmaya çalışılmasından kaynaklı evrensel ve kocaman bir derdi vardır dünyanın.
Anne dizisi farklı anneleri göstererek sanki hangisi daha iyi, daha hak ediyor ya da suçlu gibi sorgulamalardan çok kadının koşulları gereği düştüğü çıkmazları anlatmaya çalışıyor. Dahası ve çok daha acıklısı çocuğun anneden çok daha affedici, sevgi dolu olduğunu gösteriyor, üstelik kadını da suçlamıyor.
Aslında daha anne karnındayken annesinin duygularıyla filizlenen hiç sebepsiz ve tamamen içgüdüsel olarak sımsıkı sarılan, tutunan ve bağlanan çocuktur. Yani koşulsuz seven en önce çocuktur. Anne istese de istemese de doğası gereği sonsuz bir ihtiyaç içinde zaten buna mecburdur. Çocuk annesine doğar; annesinin karnı dünyası, kucağı duygusu, gözleri düşünceleri, elleri kalbi olur. Eğer anne istemezse, itmezse, kızmazsa, hırpalamazsa ne güzel olur aslında!
Ne var ki kadınlık direkt ‘annelik’ üzerinden tanımlandığından pek çok kadın istemeden, düşünmeden, bilmeden doğurmak zorunda kalır genellikle. Hele de ülkemizde doğurdukça var oluşu onaylanır, kanıtlanır, ispatlanır neredeyse. Tecavüz edenle evliliğin tartışıldığı bir toplumda kadının öncelikle biran evvel evlendirilmesi de şarttır zaten. Sonra kadın eğer insansa mutlaka, ve illa ki, ve kesinlikle zoraki doğurmalıdır.
İşte bu yüzden istemeden doğurmak normdur ve sevilmeden sevmesi beklenen mutsuz anneler çoktur.
Paylaş