Paylaş
Aylardır tek tük fotoğraflar ve kısacık fragmanlarla milletçe Kıvanç’ı beklemekten perişandık. Hasret büyüdükçe büyüyor, kavuşma günü yaklaştıkça sabırsızlık artıyordu. Sonunda dünya durdu, dizi başladı ve elbette beklenen oldu. Şura rolündeki Farah Zenep’i, Kurt Seyit’e yani Kıvanç’ımıza hiç yakıştıramadık. Cık olmamıştı! Tüh sanki kısa kalıyordu. Yok, çok soluktu bu kız! Ay biraz sıradandı sanki! Ah gözünün üstünde resmen kaşı vardı.
Sözde tarafsız bakmaya çalışıyorduk ama Kıvanç’ın ışığı altında gözlerimiz kamaşıyor geri kalan dünyaya körleşiyorduk. Yahu dünya güzelliği tescilli eski sevgilisine bile açıktan çirkin diyebiliyorduk rahatça. Sonuçta dünya güzeli güzel olsa söylerdik, değil mi? Kaldı ki önceki dizilerde Kuzey’e Cemre’yi az bulmamız da normaldi. Belki sadece Behlül iken Bihter bir miktar yanına yakışmıştı. Gerçi orada da Bihter’in bacakları çarpıktı ama Allah’tan biz oyunculuğa bakıyorduk…
Neyse yani sonuçta Kıvanç Allah’ın dünyaya armağanıdır ve dahası baş yapıtlarından biri olarak göz kamaştırıyor. Baktıkça bakılası, izledikçe sevilesi, sevildikçe tapılası ve takdir edildikçe seyircinin kendisini yırtası geliyor. Farkındaysanız bir türlü konuya gelemiyorum çünkü Kıvanç varsa konu Kıvanç’ın kusursuzluğu üzerine dönüp orada kalıyor. Böylesi ilahi bir güzelliğin rol de yapabilmesi ve her yeni yapımda oyunculuk kalitesini ve derinliğini giderek sağlamlaştırması hayran kitlesini de büyüttükçe büyütüyor.
Ay daraldım kendimden, konuya giremiyorum… Neden mi? Çünkü sakal çok yakışmış, üniforma yıkılıyor, dans dersi almış, sesini de çok iyi kullanıyor, saçlar kesin moda oldu bile, ay gülünce, kızınca, üzülünce ayrı güzel de ondan…
Gözlerimi kapatıyorum ve Kıvanç’a bakmadan yazıyorum bundan sonrasını. Diziye geçiyorum Allah’ın izniyle!
Özetle Kurt Seyit ve Şura kaynağı olan romana yakışmak ve sadık kalmak adına romanla dizi formatı yapısı arasında kalmış duygusu yaratıyor. Yapımcılar eserin ruhundan uzaklaşmamak için direnince dizi seyircisinin alıştığı anlatı yapısından uzaklaşmış gibiler. Roman okuyucusunun sabrını dizi izleyicisinden beklemek elbette mümkün değildir ve bunu tabii ki biliyorlar.
Büyük bir yatırım yaptıkları ortada çünkü göz boyayan şahane sahneler, geniş planlar, mekanlar, kostümler ve oyuncu kadrosu özenli ve incelikli bir çalışma olduğunu her sahnede ilan ediyor. Buna rağmen ilk bölüm ne yazık ki aynı anda hem göz alıcı hem de sıkıcı geçmiştir.
Ağır aksiyon ve akmayan dili nedeniyle bekleneni tam olarak verememiştir. Elbette tek bölümle kanaate varmak imkansız olduğu kadar büyükte haksızlık olur. Beklentinin çok yükseltildiği işlerde beğenmemek için gelişen bir psikoloji de gizliden gizliye hazırdır. Kurt Seyit ve Şura ilk bölüm de hem hayran bırakmış hem de bekleneni vermemiştir. Ancak büyük çatışmalara gebe bir altyapı hazırlanmıştır. Türk gelin isteyen aile üzerinden milliyetçilik, dönemin değişen koşulları üzerinden aristokrasi, çıkan savaşlar üzerinde vatanseverlik ve toprak ilişkisi üzerine ciddi çatışmaların ipuçları ilk bölümde verilmiştir bile. Bu koşullar altında en baştan imkansızlaşan aşkın şiddeti ve masumiyeti ise anlatının kalbi olacaktır tabii ki… Cesaretli, bol riskli ve pek tanıdık olmayan konusuyla değişik bir diziyle tanışmış bulunuyoruz. Elini böylesi zor ve pahalı taşların altına koyan yapımcılar tebrik edilmeli ve Yeşilçam devşirmesi konulardan sıkılanlar bayram etmelidir inceden.
NOT: Yazımı yayına yollayacağım sabah Berkin’i kaybettiğimiz haberiyle uyandım. Anlamsız yazımın anlamsızlığı içime battı. Canlı sabah programlarında kaşık çalıp göbek atanlara, pilates yapıp vücudunu sıkıştıranlara ve yemek tarifleri sırasında püf noktalarını unutmayanlara selam olsun. Bir iki tanesi hariç gündemlerinde Berkin yok! En azından baş sağlığı dileyip muhteşem akışlarına devam edebilirlerdi. Onları göbek atmaya mecbur eden sisteme ve sisteme uymaktan zevk alan hissizlere ‘tecavüz kaçınılmaz diye daha ne kadar zevk almaya çalışacaksınız’ sormak isterim. Ayrıca belki tecavüz kaçınılmaz değildir, önce bir yerinizden kalksanız!
Paylaş