Paylaş
Başrollerini Şafak Sezer, Hande Ataizi ve Aydemir Akbaş'ın paylaştığı dizi, bir mafya patronunun bozulan psikolojisini korumaya çalışırken sıradanlaşmış şiddet ve suç dolu yaşamını sürdürmeye çalışmasını anlatıyor. The Sopranos dizisindeki mafya patronu Tony Soprano'yu Ekrem Altındağlı olarak canlandıran Şafak Sezer dizide psikiyatriste giden bir deli olduğunu söylemiş ve eklemiş; ‘Gerçek hayatta psikoloğa bir kere gittim. Verdiği ilaç yüzünden 60 saat kalkamadım’ demiş. Böylece toplumda büyük oranda yıkılan psikolog psikiyatrist algısını sil baştan ‘delilikle’ ilişkilendirerek tam da aydın, entelektüel ve kendine yakışır bir değerlendirme yapmış. Ayrıca 60 saatlik uyutacak ilaç verilmesi durumunun vahametini göstermez mi ve acaba bir süre uyutulsa, bu tarz açıklamalar yapacağına en azından susturulsa daha iyi olmaz mı?
Diziden önce hatırlamakta fayda var efendim;
1- Psikologlar ilaç vermez, kendisi muhtemelen psikiyatriste gitmiştir.
2- Psikolog ve psikiyatristlere gidenler deli değildir. Potansiyel hastalarının içinde deliler de vardır elbette, ancak göz doktoruna gidenlerin hepsinin kör olduğunu sanmak gibi bozuk ve yanlış bir algıdır bu.
3- 60 saat uyutan ilaç verildiyse büyük ihtimalle ağır bir tedaviye ihtiyacı olabilir.
Şimdi diziye dönelim ama neresine bakalım, neresinden tutalım ve bu dizi büyük ihtimalle tutarsa hangi mantıkla, kime nasıl açıklayalım bilemiyorum ki!
Sopranos aslında İtalyan kökenli bir mafya babasının geniş ailesi, arkadaşları ve toplum içindeki yerini dengelemeye çalışırken girdiği bunalımı anlatan ve özellikle terapi sahneleriyle müthiş psikanaliz okumalar yapan bir dizi. Toplumsal, ailesel değerlerin ve güçlü aidiyet duygusunun altında ezilen iktidar sahibi bir mafya figürünün özellikle rüyaları ve terapi yorumlarındaki rüya okumaları Sopranos dizinin en vurucu, sarsıcı ve güçlü metinlerini oluşturuyor.
Güya iç dünyasının temizliğiyle dış dünyanın kan ve kir dolu dünyası çatıştırılacak! Bizim Altındağlı’yı bir bölümle bitirmek istemem elbette ama zaten oyuncusunun psikiyatriye bakışı böyleyken ben ne yapabilirim? Ayrıca birçok güçlü alt metinle dopdolu bir mafya dizisini komediye yaklaştıran adaptasyon nasıl yorumlanabilir? Normal şartlarda tipik aile hayatının ve zorlayıcı piyasa şartlarının pratikte kötüleştirdiği bir karakter olması gerekirken tuhaf, şakacı ama komik olmayan, hafif Kolpaçino kalmış Altındağlı. Ekrem Altındağlı’nın ekibi de kendi gibi karikatür, yüzeysel ve zorlama. Mafya ve psikiyatri çatışmasını kim bulduysa aslında hazine bulmuş ve buradan elbette komedi de çıkar ve diğer anlatı türleri de. Ancak orijinalinin komedi olmadığı Altındağlı’nın ise ne olduğunun anlaşılmadığı bir bölüm izledik. Komediyse komik değildi, mafya dizisi ise şaşırmadık, heyecanlanmadık yani olmamıştı. Aslında her şey vardı; dizi başlar başlamaz hatta başlamadan önce tekme, tokat, ceset, kan, et, şiddet, cinayet alıp yürüdü. Niyeyse kan gölüne, cinayet ormanına, şiddet deryasına rağmen dizi anında komediye kayıyor ama kaymakla kalıyordu. Sıkıcı fıkralar gibi ya da çok iyi bir fıkranın berbat anlatılması gibi.
Gelelim acı veren dizi ezberlerine;
* Sanki tüm kahraman yardımcıları biraz salak, aslında duygusal, iyi kalpli ve katil olmak zorundalar! Kurtlar Vadisi’ndeki ve diğer tüm mafya klişelerinden kalma bir kültürel mirasımız galiba. Yani Altındağlı’nın da Abdülhey’i, Güllü’sü filan var maşallah.
* Ya bir tane daha genç odasına kocaman siyah beyaz Eyfel kulesi fotoğrafı konmasa olur mu?
Paylaş