Paylaş
Cinayet dizisini yazacaktım ki ömrü vefa etmedi. Yazamadan bitti, başlamadan uğurlandı ve ne olduğunu anlayan olmadı. Önce saati sonra günü değişti derken paralel evrene yollandı galiba. Belki biraz asık suratlı ancak heyecanlı ve gayet zevkle izlenen bir yapımdı.
Heyhat ilham kaynağı Danimarka yapımı Forbrydelsen dizisi olan yapım güçlü bir kadro ve etkileyici bir cümleyle giriş yapmıştı; ‘Kadere inanır mısınız?’ Yeterince ciddi bir soru değil mi? İnsanın kültürel birikimi, inançları, karakteristik özellikleri ve içinde yaşadığı coğrafya bu soruyu farklı cevaplamaya itse de benzer dönemeçler de hayat düğümlenir. Bir sabah kalkıp şarkı söyleyip ekmek kızartırken kötü kader bütün ağlarını örmüştür. Sinsi sinsi bekliyordur kapının önünde ve belki gece kötü bir rüya bile görmemişsinizdir. Hiç çaktırmaz zalim felek, kör talih gram belli etmez! Bir dönerse şansınız şeytan ters giydirir ayakkabınızı.
Cinayet de bir sabah mutlu uyanan kendi halinde bir ailenin evlat acısı haberi almasıyla alt üst oluyor. Üstelik öyle abartısız ve realist bir oyunculuk sergileniyor ki, ailenin acısı TV’nin soğuk camından evlerin odalarına, seyircinin ciğerine işliyor. Sırlar nasıl çözülecek derken ve belediye başkanlığına aday karakter üzerinden kimi güncel eleştiriler inceden sızdırılırken hop dizi kaybediyoruz. Kim bilir belki de kötü kader en önce dizinin yapımcılarını ve oyuncularını vurdu. Belki de cinayet kendi kalitesinin kurbanı oldu ama kimin gücü kötü kadere yetiyor ki zaten?
Evet kör öldü, badem gözlü oldu! Çünkü koskoca yapımların ilk bölümlerden reyting rekorları kırmasını beklemek dizinin açıkça saçmalaması için zorlamak değil midir yani? İlk bölümler de konuyu anlamak, karakterleri tanımak ve çatışmayı hissetmek gibi yeni bir karşılaşma söz konusudur. Karşılaşır karşılaşmaz siz onu sevin diye saçmalayan insanlara ne kadar bağlanırsınız, seversiniz? Demek istediğim bu reyting ölçer kafayla bizim yapımcılar Breaking Bad’i ya da ne bileyim Mad Men’i çekselerdi ilk bölümler yeterince dikkat çekici ve heyecanlı olmadığı için bitebilirdi. Bu yapımların olay örgüsü kaçıncı sezondan sonra açılıyor ve asıl mevzu başlıyor izleyenler bilir. Dizi izlemek bazen biraz roman okumak gibidir. İlk bölümden hastası olmak istiyorsanız belki de hastasınızdır. Neyse biz kader diyelim!
X Factor Star Işığı altında kalmakta kaderin bir başka oyunu galiba. Yarışmacıların şarkı söyleme performanslarından çok Armağan Çağlayan’ın kıyafet değiştirme performansı dikkat çekiyor ve Allah için bir şarkıyla en az üç acayip kıyafetle şaşırtıyor. İlk bölümden başarıyor yani! Bu arada dünyanın ilk estetik bakışlı insanı Ziynet Sali´de pek kısık ve her daim seksi bakışlarıyla apayrı bir tür olarak renk katıyor. Emre Aydın ise göğüs dekolteli atletlerinin üstüne dal dal attığı renkli atkılarla öyle masum bir çocuk gibi oturuyor ki insanın yarışmacıyı değil onu seçesi geliyor. Şirinlik muskası Ömer Karacan ise dördüncüyü tamamlamak için masaya oturmuş gibi duruyor. Bu arada Armağan Çağlayan’ın iyi kalpli olma çabası ne acayip kıyafetleriyle ne de iş üstündeki bilim adamı ifadesiyle örtüşmediği için feci sinir bozuyor.
Yarışmacılar performanslarını sergilerken yakınlarının izleme heyecanları da ayrıca çekiliyor ve arka plandan yayınlanıyor. İçlerinden bir anne sesi titreyen ve son yıllarda sıklıkla karşılaştığımız detone olma hatasına düşen kızına o kadar sinirleniyor ki insanın dünyanın her tarafından kıstırılmış bu adaylara yardıma koşası geliyor. O kadar kameranın ortasında bile kızını gayet net azarlayan anneden sonra artık jüriye söylenecek hiçbir şey kalmıyor. Belki de bu kadar çok daraldıkları, sahipsiz bırakıldıkları ve çaresiz kaldıkları için televizyon ekranlarına koşan insanımız bitmiyor. Kadere inanır mısınız bilemem ama milyonların önünde detone olduğu için çocuğunu azarlayan anneleri kadere ve Armağan Çağlayan’a havale ediyorum.
Not: Yazarın sinirleri bozuldu, kime kızacağını ve neye şaşıracağını şaşırdı. Yazıyı bağlayamadan kaçtı ve nereye kaçtığı anlaşılamadı. Sanırım dikkat çekmeye ve reytinglerini yükseltmeye çalışıyor…
Paylaş