Paylaş
Programın en gönül rahatlatan kısmı televizyonda olup sık sık tiyatroyu tüm izleyicilere asıl adres olarak göstermesidir kanımca. Soruları aykırı mı ya da ne kadar aykırı, cevabı sizin ne kadar ortalama ya da gerçekten marjinal olduğunuza göre değişir. Sorularının yeterince aykırı olmadığına dair eleştiriler olsa da sık sık birilerinin karnını ağrıttığı ve karnı ağrıyanlar attıkça hayran ve düşmanlarının çoğalttığı da şüphe götürmez. Netice de elini taşın altına koyduğu, meselelere damardan girdiği (belki bazen yanlış damardan) ve kimi zamanlar neredeyse her TV starının vazgeçilmez egosuyla popülarite adına aşırı doz reaksiyonlar gösterdiği ya da duyarsız kaldığı da iddia edilebilir.
Kendisinin, kendisi olmaya yetecek zamanı kalmayacak kadar projeksiyon altında ve ekranda olunca artık kişinin az biraz yorulması, temsil ettiği vicdanın sahibi olmak yerine taşıyıcısı olma hali olağanlaşabilir. Zira kendisi zaten tiyatro heveslisi bir televizyoncu olarak gerçek sanatçıya, doğru siyasetçiye yani esas insana hasret bir pasif agresife dönerken biraz sinirlidir belki ama hep vicdandan yanadır.
Ama işte televizyon vicdanla reyting yapmadığı için programlarının konuklarını seçerken elbette seçici olması doğaldır. Zaten cumartesi akşamları daha çok müzik ağırlıklı programlar hazırlıyor ve şarkı aralarında son derece enerjik, hızlı ve içerikli sohbetlerle hem programını hem de seyircinin hafta sonunu renklendiriyor, şenlendiriyor. İki arada bir derede mutlaka evirip çevirip tiyatro diyor ve Enver Aysever kendisi bir TV starı olmasına rağmen seyirciyi tiyatroya yönlendiriyor, hatta allayıp pullayıp iştahlandırıyor, dahası neredeyse ittiriyor, zorluyor. Bir kulağından tutup salona sokmadığı kalıyor. Sadece bu yönüyle bile salonlar dolusu alkışı çoktan ve fazlasıyla hak ediyor gerçekten. Ama yine de televizyon zor zanaat olsa gerek çünkü bazen konukların her biri ayrı telden çalsa, biri alakaya fokur fokur çay yerine çam demlerken diğeri göbek atsa da programı çekip direkten çevirmesini ve birbiriyle ilgisiz konukların keskin ve çatışan tutumlarını elinde tutmasını başaran bir televizyon starıdır Enver Aysever. Ve böylesi güzel insanlara televizyonların ihtiyacı ve açlığı büyüktür gerçekten. Örneğin geçen cumartesi akşamı her an krize girmesi muhtemel bir programı nasıl zengin tartışmaların, keyifli müziğin, sanatın ve siyasetin iç içe eridi harika bir programa çevirdi anlatmaya çalışayım biraz…
Geçen cumartesi konukları, aynı stüdyoda buluşacak değil çatışacak türden farklı yapıda ama hepsi işinin ehli üstatlardan oluşuyordu. Umut Akyürek kırmızı dekolte elbisesi, stüdyoya zor sığan kocaman muhteşem kırmızı dudakları ve Safiye Ayla gibi içinize içinize çağlayan sesiyle oradaydı. Zekai Tunca ise dünya yansa ben bestemi yaparım edasıyla ve bestelerinin güçlü etkisiyle en başta kendisi başka bir aleme taşınmış gibi programdaydı. Ama genel olarak Türk sanat müziğiyle ilgilenenlerin kendisi gibi politik ve sosyal olaylara karşı ilgisiz ve sessiz olduğunu söylerken bile itiraf gibi değil çok da tın havasındaydı. Valla adam gerçekten evi yakıp beste yaptığı için kendi bir dünya kafasından çıkıp başkasınınkine bakmaya niyet bile etmediğini ve bunu fark bile etmediğini, ya aslında hiç düşünmediğini de rahatça söyleyiverdi. Sonra aslan yürekli Semir Aslanyürek ve son filminin ve sinemamızın muhteşem oyuncusu Erkan Can’da geldiler ve tam oldu.
Enver Aysever öyle ciddi ve güzel bir soru sordu ki oturup üzerine tezler yazılsa ne güzel olur. Niye sanat müzisyenlerinin politik ve sosyal konular da sessiz kaldığını, örneğin Gezi sırasında birinin uduyla parka neden gelmediğini soruverdi. Soru dev bir araştırma gerektiren zihin açıcı ve değerli bir soruydu ama gelen cevaplar tam TRT mantığında, yavaşlığında ve gamsızlığında oldu. Gayet açıktan ‘Gezi’nin arkasında başka güçler vardı’ gibi şeyler söylediler. Erkan Can kollarını bağladı ve ‘sizi Allah’a havale ediyorum’ der gibi avaz avaz sustu. Semir Hoca çatladı ve ‘olayların arkasında Vali vardı’ filan gibi keskin sirke küpüne zarar açıklamaları sıralamaya başladı ve tabii hemen müzik arası oldu. Sonra hep beraber alkışlayarak ‘ada sahillerinde bekliyorum’ şarkısını söylediler, ardından ‘gülü susuz, seni aşksız bırakmam’ geldi. Sohbetin ağırlığı ve ciddiyeti nereden nerelere savrulurken Enver Aysever’in usta manevraları sayesinde çok fena gümlemesi gereken program adeta uçtu ve uçuruverdi.
Üstelik bu esnada ‘Lal’ filmine mutlaka gidilmesi ve tiyatroların takip edilmesi seyirciye altı çizile çizile tavsiye edildi. Demek ki eğlenceli ve dopdolu içerikli programlar yapılabiliyormuş dedirtti yine…
Paylaş