Paylaş
Gülru ve Gülfem’in yani fakir ve zengin kızın yakışıklı adam için verdiği savaşı anlatan ve içinde bir miktar ‘Adını Feriha Koydum’, bol miktarda ‘Bir İstanbul Masalı’ ve alabildiğine Brezilya dizisi bulunan toz pembe dizi elbette muhteşem yalılar, konaklar, köşkler, yatlar ve katlarda geçiyor. Tabii ki dizinin en yakışıklısı, tüm zengin evlerinde mutlaka bir adet bulunması şart olan özürlü, bunalımlı ve üst katta herkesten saklanan yazık edilmiş evladı, yalının şoförü ve hatta neredeyse yoldan geçen adam dahil herkes fakir kız Gülru’ya aşıktır. Çünkü Gülru iyi kalpli, kainat güzeli, dahi, yetenekli ve idealleri olan bir melektir. Gel gör ki kahpe felek çok kelek çıkmıştır ve patroniçesi Gülfem acımasız, kıskanç, kötü ve aşılması zor engeller abidesidir. Zaten kendisi sarı çıyandır, yalancıdır, sinsidir, plancıdır, denizde kum kendisinde paradır, güçtür, iktidardır yani kısacası izleyici teyzeleri her bölümde zıp zıplatan ve ‘kör olasıca’ diye söyletmeye başlatandır.
Güllerin Savaşı’ndaki sınıf çatışması sistemin alttan alta çalıştırdığı gizli sindirme, yıldırma ve emekçinin varlık gösterebilme imkanını hiçe indirme gerçeğinden ilerlemiyor. Anlatıyı heyecanlı, kolay izlenir ve eğlenceli kılmak için dizideki sınıf çatışması yüzeye çıkartılıyor ve tüm zıtlıklar apaçık göze batırılıyor. Aslında Gülfem’in de açıktan söylediği gibi sınıf çatışmasının sonuçlarını yaşaması gereken sadece Gülru ve ailesi olması gerekirken ve işçi sınıfının işveren tarafından görünmemesi ve sanki işler kendiliğinden yapılıyormuşçasına yaşam devam etmeliyken dizide ha bire çalışanların patronu zora soktuğu görülüyor. Keşke birazcık bile olsa daha gerçekçi olmaya yeltenilseymiş çünkü bu haliyle anlatı alt sınıfın kendi aralarındaki hayallerini kusan bir dille inandırıcılığa uzaktan yakından yaklaşamıyor.
Yaşanılması muhtemel bile olmayan gerilimler üzerine kurulan metin adeta Gülfem’i zora sokarak işçi çoğunluğa basit bir tatmin sunmayı amaçlıyor ancak böylesi tatminlerin şahlanarak daha büyük arzulara yol açacağı çünkü gerçekten tatmin etmeyeceği de görülüyor. Çünkü en çok tatmin olan seyirci bile biliyor ki gerçekte yalının hem şoförü, hem efendisi ve hem de tüm dünya hizmetçi kıza aşık olmaz.
Hizmetçi kız istediği gibi odalara dalamaz, elbiseleri kesip biçip modacılara taş çıkartamaz, çıkartsa da kimse takmaz, öyle yatlarda özel doğum günleri filan düzenlemek ona kalmaz, kalsa da bir şekilde evin deli de olsa oğlunu koluna takıp partiyi basar gibi caka satamaz!
Kaldı ki madem moda mezunu hizmetçilik değil en azından terzilik yapabilir fikri neden akıllarına gelmiyor? Ayrıca hangi patron durmadan kıran, bozan, kaybeden, her lafa dalan, sevgilisine kırıtan ve sonra da özür dileyen hizmetçiyi sever ki? Üstelik kızın esas oğlan da resmen gözü varken! Yani olmaz kere olmaz! Ne var ki dizi de olunca tüm patronuna, müdürüne, amirine velhasıl üstüne sinir olanların yüreği azıcık ferahlar. Ama eninde sonunda çüş artık, yok yani dedirtir illa ki! Hele en son bölümün bitiş sahnesinde biri yine tekne açıldıktan sonra sahilde kalınca ve dahası karakterlerden biri denize düşünce anlatı klişede zirve yapıyor. ‘Yahu bir kere de tekneden düşmeyin, kenarlara yaklaşmayın, tutunun azıcık! İtmeyin çekmeyin birbirinizi, vallahi oha geldi teknelerden düşmelere!’ diyor seyirci ve yemin billah kim nereden nasıl düşerse düşsün kurtulacağını biliyor, kesinlikle heyecanlanmıyor. Bu kadarı yenmiyor ezcümle.
Yan karakterler ise zırvalıkta rekor üstüne rekor kırıyorlar, öyle ki dizinin çakma Justin Bieber’ı bile var! Kahramanların karakter olamamış kardeşleri de ayrıca daha da kalın, kaba ve bangır bangır proletarya/burjuva, zengin/fakir, siyah/beyaz gibi sınıf çatışmalarında debeleniyorlar. Özde herkesin insan olmadığı, en azından farklı sınıflardan birbirine geçişin kabulü için gerekli kıstasların tamamlanması zorunluluğu kristalize edilirken metnin pürüzlü dili değişimin mümkün olduğunu geveliyor.
Yalan söylediğini her hareketiyle belli eden ve yine de inanılmasını isteyen omurgasız sistem sahipleri gibi! Son olarak Gülru ve Gülfem yerine Gülcan ve Gülsüm olsaydı havaları batardı değil mi?
Paylaş