Paylaş
*Ana akım medyanın haber bültenlerinde yorum yapmaktan korkmayan en delikanlı, en sempatik, en renkli, en enerjik, en yenilikçi, en genç, en güler yüzlü, en güzel kravatlı ve en fosforlu saatli yakışıklısını kaybettik. Başımız sağ olsun!
Akşam saatlerinde evimize dolan o heyecanlı, samimi ve farklı sesi özlemeye başladık bile. Sokaktaki adama, sokaktaki adamın diliyle haberi anlaşılır kılan ustadan herkes çok şey kazandı. Hem medya mensupları, hem izleyiciler haber diline sıcaklık, doğallık, basitlik kazandırılınca içeriğinin azalmadığını öğrendik en azından. Son güne kadar hepimize gösterdiği örnek davranış biçiminden alınacak milyon tane dersle bizi akşam saatlerinde şaşkın ve kimselere randevu vermediğimiz halde öylece başıboş bırakıp gitti…
*’Küçük Kıyamet’ adlı dizi burada değil daha çok ahirette geçiyor, haberiniz olsun. Başımıza ne gelecek, nasıl bir yer diye merak edenlere duyurulur ama henüz ahiret sorularını vermediler. Kim bilir belki dizi finaline doğru verirler…
*Azıcık reyting alan her dizinin, yarışmanın, realite programının başka bir kanalda mutlaka çakması, yapması, özentisi, taklidinin benzeri yapılıyor. Böylece ortaya çok özgün ve son derece yeni yapımlar çıkıyor. Çünkü taklidi yapılan yarışma ve programlar zaten adaptasyon-mutasyon-kopya arası olduğundan taklidin kopyasından orijinal sonuçlar alınıyor. Çok ilginç bir formül bulundu, kimselerin haberi yok yani! Adaptasyonun kopyasından orijinal çıkıyorsa, prosedür ilerletilir ve üretimin üçüncü adımı atılırsa yani adaptasyonun kopyasının uyarlaması yapılırsa ülkemiz televizyonculukta roketatar, reytingsavar, Mars’a, Jüpiter’e ve diğer gezegenlere canlı yayın yapar…
* Hepsinin çakmasını yapmanın da bir usulü olmalı mutlaka. Örneğin Müge Anlı’nın karşısına hep aynı kadın programcı ara ara çıkıp yayından kaldırılıyorsa buna bir son vermeli. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış ama seyirci doydu artık. Hem katilleri bulamıyor hem de yanlış yerde sinirlenip mağdurlara kızıyor. Olmuyorsa olmuyordur. Eski ünlülerin katıldığı yarışmalar filan var, her şeyi de ben mi söyleyeceğim?
* Arka Sokaklar hangi güne ve saate alınırsa alınsın reyting kaybetmiyor. Acaba seyircisi 24 saat TV karşısında bekleyen bir acayip kitle mi? TV’ye bağlı anten, uydu ve kordonlarla yaşayan farklı bir bünye mi? Yoksa Arka Sokaklar izleyiciyle uyumlu organik bir bağ kurdu da kimsenin haberi mi yok? Nerede bu İsviçreli bilim adamları, nerede bu İngiliz laboratuarları?
* Bir millet bu kadar çok bal neden yer acaba? Kanalın biri aralıksız tonlarca bal satıyor! Birileri balı bol bulup başına mı sürüyor, ne yapıyor, ne oluyor? Durum son derece lokal olduğundan bu kez kendi yerli ve çok sayın uzmanlarımıza sormakta fayda var! İsviçreli bilim adamına durum nasıl izah edilebilir ki, yok adamlarda bir Flash TV kültürü! En iyisi sayın Maranki hocamıza, Çelakıl kafasına, Haydar Dümen yorumuna başvurmak! Kanal balı nereden buldu, balı bol bulunca şeker zehirlenmesi mi oldu, ne oldu? Niye bize durmadan bal satılıyor? Hepsini yemeli miyiz, bir kısmını sürmeli miyiz?
* Bir Televizyon büyüğümüz Tayfun Atay, televizyonun fabrika internetin ise pazar olduğu saptamasını yapmış. O halde ben de buradan moda avcılarına duyuruyorum; www.miagusto.blogspot.com diye bir blog keşfettim, bilmeyenler çatlasın.
Ay bir de günün, hatta haftanın olumlamasını da yapsam ve her tarakta bezi olan uzmanlara taş mı çıkarsam? Neyse Atilla Atalay’ın dediği gibi ‘güneş gözünüze girsin!’
Paylaş