Paylaş
“Bebek İşi” ilk etapta kısa süresiyle ve göz dolduran oyuncu kadrosuyla gayet çekici bir alternatif olarak duruyor. Nurgül Yeşilçay, başlı başına reyting sebebi olmayı sonuna kadar hak ediyor, Erkan Can’ın seslendirdiği bebek ise seslendirmenin ne kadar önemli bir sanat olduğunu bilmeyene öğretiyor adeta ve babayı canlandıran uzun bıyıklı Timur Acar abartılı oyunuyla cuk oturuyor. Dahası Nevra Serezli ve Ayşenil Şamlıoğlu’nun anneanne ve babaanne çatışması bile seyretmek için iyi bir sebep. Senaryo ise zaten defalarca izlediğimiz Amerikan orjinli ‘Bak Şu Konuşana’ filminden evrilip çevrilip devşiriliyor. Buraya kadar her şey (süre, kadro, metin) Bebek İşi’nin başarılı olacağını müjdeliyor gibi… Ayrıca kapıcı karakterinin zaman zaman anlamsız ve açıklamasız girişleri tekrara düşen anlatıyı canlandırıyor, renklendiriyor.
Ancak bebeğin sorunlarla dolu kültürel hastalıklarımızın taşıyıcısı haline getirilmesi, yeni kuşaklardan hiçbir şey beklemeyin dedirtiyor. Toplumsal cinsiyetin baskın olarak erkek olduğu, kadınlar üzerindeki baskı ve dayatmanın cinayetlerle sonlandığı bir ülkede, küçücük bir bebeğin azgın bir çapkın gibi dillendirilmesi kulak tırmalıyor. Bebeğin tonlaması mahallenin kabadayısı tonunda estirince ve sözleri tacizci bir sapık içeriği taşıyınca hiç de sempatik gelmiyor doğrusu. Bu bebek büyüdüğünde otobüste, meydanda, sınıfta, plajda, kısacası ortalıkta gördüğü her yerde, beğendiği her kadına laf atmayı, taciz etmeyi erkekliğin olmazsa olmaz kurallarından bilecek elbette. Başka türlü davranmak erkekliğine zarar vermesin, kimseyi erkekliğinden şüpheye düşürmesin diye ölene kadar vurgu döne dolaşa aynı erkek dilinde kısırlaştıkça kısırlaşacak. Örnek olarak konunun taşıyıcısı ve kurbanı TV şovmeni Mehmet Ali Erbil akla düşüyor. Tüm programlarının temelini çapkın bir erkeğin çevresindeki kadınları sözleri, gözleri, jest ve mimikleriyle taciz etmesi üzerine kuran şovmenin son yıllardaki çırpınışları zaman zaman hüzünlendiriyor artık. Çapkın, hızlı, güçlü erkek imajının ağırlığı altında yıllara meydan okuduğunu ispatlama çabası birçok erkek yıldızın acınası sonlarını hazırlıyor.
Cinsiyetçi oyuncaklar üzerinden egemen söylemi pekiştirmekle kalmayıp simgeleştiren kültür, sonsuz bir çıkmazın ve mutsuzluğun başlangıcı olsa da bu tür diziler ve tüm yapımlar komedi türünde sınıflandırılıyor. Eline oyuncak Barbie bebek aldı diye, konuyu çocuğunun cinsel tercihinden endişeye vardıran baba karakteri aslında yıllanmış ezici kültürün korkutucu bir yansıması olarak gayet iyi anlaşılıyor ve bu kadar kolay ve iyi anlaşılır olması yakışmıyor aslında. Oyuncağın Barbie bebek seçilmesi, nesneleştirilmiş seksi oyuncağın sadece oyuncak olmadığını vurgulamak için değil maalesef, tabii ki sağlamlaştırmak için yapıldığından sapıklığa varan mesajlar sinirlendiriyor. Kusursuz hatlarıyla Barbie bebekler çocukların bilinçaltına kazınan ulaşılmaz bir resim olarak sıfır beden olmaya çalışan hormonlu bir gençlik ve nesil doğuruyor. Bu gibi basit görünen sembollerin etkileri elbette bu kadarla kalmıyor fakat konuyu tamamıyla ele almak ise uzun ve çok emekli araştırmalar, çalışmalar gerektiriyor.
Bu arada tüm bu saptamalar elbette genellemelerle doludur ve tabii ki sadece egemen olanın klişeleşmiş değerlerine soru işaretleri düşürmek için yapılmıştır. Daha bebekken pipisini göstermesi gurur sayılan bebeklerin büyüklükleri çekilmiyor sonuçta. Göze güzel görünenin bazen kalbe, vicdana, akla çirkin yönlendirmeler yapabileceğini unutmadan seyretmek dileğiyle…
(Bu hafta aklı başında yazarlar gibi takıldım, el kadar bebek beyefendi tecavüzcü Coşkun gibi konuştukça çocuk düşmanı kesildim neredeyse. Bugünlerde sahillerde filan oğlunun pipisi var diye mayo giydirmeyen anne baba görürsem aile katliamı yapmamak için bileklerimi kesmeyi düşünüyorum. Başka ne kesebilirim ki?)
Paylaş