Paylaş
Absürt olmak kolay değil ve kendini absürt komedi ilan etmekle olunmuyor maalesef! Çünkü klişeyle dalga geçilerek yapılanı makbuldür ve klişeden beslenerek üretileni doğarken intihara meyleder gizliden. Bu arada güldürmekten ziyade gülmeye bile fırsat vermeyecek kadar dumura uğratanı yaratıcılıkla ilintilidir. Anlam ve anlamsızlığın sentezlenmesi durumunda da tadından yenmez. Analı Oğullu sinema ve dizilerde bolca görülen köylü kentli çatışmasından doğan ve absürt olma çabasında debelenen bir yapım. Kentin güya sosyetik sitelerinden birine gelen Mardinli karakterlerin konuşmalarının uyumsuzluğu üzerinden mizah iddiasına girilmiş. Mekan ve karakter uyumsuzluğundan çıkması beklenen absürt komedi iddiası maalesef karikatürize edilmiş derinliksiz ve hiç inandırıcılığı olmayan abartılar yüzünden hemen seyirciyi soğutuyor. Yani neredeyse Ankara’nın Dikmeni’ni aratacak kadar sıkıyor bazen çünkü abartının suyu çıkartılıyor ve bu da su da boğuluyor anlatı.
Hükümet Kadın serisinin yaratıcısı Sermiyan Midyat’ın yine Mardin bağlantılı ancak bu kez çoğunlukla güya şehirde geçen metni ne yazık ki ne şehre ne köye denk getirilemeyecek kadar havada kalıyor. Kentli erkek karakterlerin robdöşambrlı, fularlı maskülenliği karşısında köylü erkeğin neredeyse folklör kıyafetli olmasına çatışma değil ancak uydurma denilebilir. Yine aynı şekilde kentli kadının sarışın, fırfırlı, ponponlu, tüylü yüksek topuklu ve fazlasıyla makyajlı hali karşısında hızmalı, kınalı, çarıklı vs giysiler içinde olması ve birbirlerine gösterdikleri abartılı tepkiler hem yaratıcı değil hem de absürt olmak yerine sadece saçmalık gibi kalıyor. Kaldı ki köylülerin çirkin, cahil, kaba, saldırgan ve anasının gözü bir uyanıklık içindeyken şehirlilerin güzel, kibar, eğitimli ancak neredeyse gerizekalı bir saflık içinde her şeye şok geçirmeleri de seyirciyi güldürmüyor, olsa olsa baygınlık geçirtiyor en fazla. Gerçi ülkemizin önde gelen düşünürlerinden Nihat Doğan Hocamız dizilerde Kürt vatandaşların yanlış ve kötü gösterildiğine dair bir öfke nöbeti geçirmiş ve duruma elbette parmak basmıştır. Fakat bir kez de biz söyleyelim istedik; sadece Kürtler değil genel olarak köylü/kentli stereotiplerin acilen değişmesi ve daha titiz bir çalışmayla yazılması şart olmuştur. Kezban artık şehre geldiğinde o kadar da şok geçirmiyor çünkü köyler kentleşti ve kentler moderniteyi değil daha çok görgüsüzlüğü ve pek acayip bir yozlaşmayı temsil ediyor aslında.
Aslında ufak tefek politik göndermeler (rakı olduğu ima edilen ayranla) ve doğulu karakterlerin resim sanatı aşkı gibi gayet yenilikçi ve keyif veren sahne yok değil! Özellikle Kahtalı Mıçı olduğu her sahneyi fazlasıyla doldurup nevi şahsına özgü bir zenginlikle müthiş bir seyir zevki veriyor. Dizi Mıçı’nın üzerine kurulsa tıkır tıkır işleyecek gibi görünüyor. Çünkü çok sıradan replikler bile onun ağzında ayrıca anlam kazanıp/kaybettiğinden kendiliğinden farklı ve şaşırtan bir dil oluşuyor. Bu dilin kopyası, taklidi veya oyunculuk marifetiyle edinileninde değişik bir tat bulamazken Mıçı’nın kendisi seyrine doyulmaz hazlar sunuyor. Ne dese, nasıl dursa gözümüzün önündekini gözümüze sokuyor duygusu uyandırdığı için sanki varoluşu absürt göndermeler yapıyor gibi geliyor. Aynen Dilberay’ın tamamen orijinal olması ve bu yüzden seyirciyi ekrana mıhlaması gibi. Ancak bu sahneler o kadar çok kendini tekrar ediyor ki hazır bir yenilik, espri bulmuşken bıktırana kadar giriliyor. Özetle senaryoda ciddi tıkanmalar, zorlanmalar hissediliyor ve akmadığı için zorla püskürtülerek ve dön dolaş aynı esprilerle ezberden yiyerek yazılmış duygusu giderek güçleniyor.
Yine de Sermiyan Midyat’ın kaleminde kendine özgü farklı bir lezzet var ancak oyunculuğunu da yaptığı bu işte yazar sanki kendini sömürüyor ve yazık ediyor gibi…
Paylaş