Paylaş
‘Ulan İstanbul’ son dönem İstanbul’un konuşma biçimleri, müzikleri eşliğinde iddialı bir yaz yapımı olarak karşımıza çıkıyor. Semt isimleri vererek bugünün İstanbul dünyasının uçurumlarla ayrılan farklı yaşamlarına referans gönderen hikayeler işleyeceğini anlatıcının sesinden duyuruyor dizi. Hem sahil kasabası gibi deniz kenarı ferahlığı hem de büyük şehirde kimsenin yanındakinin geçmişini bilemeyeceği insanlar topluluğu bir araya getiriliyor ve farklı bir mahalle kültürüyle renkli bir tablo oluşturuluyor. Karanlık geçmişleri sürekli peşlerinden gelen tertemiz insanların can ve vicdan borcu içinde birbirlerine dolanmasından çetrefilli bir suç hikayesi sıcak mahalle ve İstanbul manzaralarıyla bezeniyor özetle. Üstelik kadro göz doldurmakla yetinmiyor, göz kamaştırıyor.
Suçsuz yere hapse atılan dünyalar iyisi kaptan ve oyuncu olmak isteyen melek kızının yolu mahalleye bambaşka kimliklerle yerleşen bir çeteyle kesişiyor. Oysa bu suç dünyası kahramanları masumdur ve vicdanlı iyi adamlar bir şekilde kader öyle savurduğu için yasadışı bir yaşamın içine düşmüşlerdir. Böyle olunca görece iyiyle kötünün muhasebesi ve içimizdeki aykırı sesin dışavurumu usta oyunculuklarla sevecen kahramanlara dönüşüyor. Düzene uyanla, uyum gösterme şansı olmayanlar arasında gelişen dostluk ve düşmanlıklardan birbirine bağlı ilginç ve keyifli hikayeler çıkacağı ilk bölümden müjdeleniyor.
Oyuncu olmak isteyen naif ve güzel kızla, pavyon da şarkıcılık yapmış dobra ve cevval kadının muhabbetinden esprili ve renkli bir dil çıkartılıyor. Deniz kenarında kurulan çilingir sofrasında çay bardağında rakılar tokuşturularak yapılan düzenbaz planlar iki kere keyif veriyor. Araya giren Yeşilçam tadının neredeyse üstünde pavyon sahnesi ve upuzun bir şarkı molası diziye ayrıca zenginlik katacak kadar yenilikçi lezzetler yaratmayı başarıyor. Çünkü klasik Yeşilçam filmlerinin parodisinden taptaze ve farklı bir günümüz dili şaşırtıyor. Dahası şarkıcının söylediği şarkının sözleri, dansı, jest ve mimikleri mekanın yapı ve dokusuyla bol katmanlı ara okumalar yaptırıyor ve gerçekten sadece bu sahne bile aslında seyirciyi büyülemeye yetecek kadar göz ve akıl çeliyor. ‘Kezzapla mayonez getir be garson’ diye bağıran bir pavyon kadını kimin ilgisini çekmez ki? Büyük ihtimalle sadece bu şarkının bile dillere düşmesi ve çok moda olması şaşırtıcı olmayacak gibi görünüyor. Hatta aslında arada kaynarsa yazık olacak türden müthiş performansla sözler uzun uzadıya analizi hak ediyor.
Bu pavyon şarkıcısı da elbette iyi kalpli suç örgütünün muzip, ele avuca sığmaz, korkusuz elemanı çıkıyor. İyi kalpli çetenin hiçbiri haksızlığa gelemiyor, beladan korkmuyor, kavgadan gürültüden kaçmıyor ve belli ki hep bu son diyerek yanlış işlere bulaşıyorlar. Arada babasız büyüdüklerini çocukça saf dillilikle anlatmaları gerçekçi gelmese de sırıtmıyor, ne de olsa Yeşilçam klasiklerinden her şeyin net ve direkt söylenmesine alışık bir seyirci kitlesine sesleniliyor. Zaten dizinin ismi de İstanbul’da var olmaya çalışan yenilmişlerin ve şehre kendini kabul ettirmeye çalışanların savaşını, yenilgilerini ve sonunda mutlak zaferlerini ilan ediyor. Yani ‘Ulan İstanbul’ seyircinin Yeşilçam hafızasını yoklarken bugünün diliyle yerel ve keyif veren bir yapım olarak hoş geliyor, sefalar getiriyor.
Paylaş