Sema Tezer
Sema Tezer
Sema Tezer

Yetişkinlere yazıyorum

Sevgili anneler, babalar, ana-baba olmaya aday olanlar, öğretmenler, çocuklarla ve gençlerle iç içe olan ve kırmızı ışıkta, bakkalda, otobüste bile olsa çocuklarla ve gençlerle karşılaşan, iletişim kuran, kurmak durumunda kalan tüm arkadaşlar…Yazım ve yal

Haberin Devamı

Sevgili anneler, babalar, ana-baba olmaya aday olanlar, öğretmenler, çocuklarla ve gençlerle iç içe olan ve kırmızı ışıkta, bakkalda, otobüste bile olsa çocuklarla ve gençlerle karşılaşan, iletişim kuran, kurmak durumunda kalan tüm arkadaşlar…

Yazım ve yalvarışım sizleredir, tüm “YETİŞKİNLERE”, hepimizedir!

Her şeyi karmaşık, zor ve ciddi algılayan, bir şeyleri başarmak, ADAM OLMAK ile ilgili milyonlarla sınırlı ve kalıplaşmış “kendince” inanç ve fikirlerle dolu olan ve bunları tartışmasız doğrular sanan, “Ben senden büyüğüm, daha çok deneyimim var! Doğruyu sen değil en iyi ben bilirim! Bak ancak böyle adam olursun” mesajlarını içeren cümlelerle bezenmiş,

SEVGİYİ; hükmetmek, kontrolde tutmak bilip, sevdiklerini kendine ait sanan,

ÖZVERİYİ; kendi inanç, düşünce ve yaşam biçimini en doğru ve tek yol olarak öğretmek sanarak, böylece sevdiklerinin ihtiyaç, beklenti ve hayallerini görmezden gelerek yok sayan,

Haberin Devamı

BAŞARIYI; sadece fiziksel koşulların iyi olmasına bağlayarak, iyi bir okul yaşamı, iyi bir iş, iyi bir eş, çok para, tanınmışlık, kariyer vb. sahibi olunduğunda yaşamda MUTLU olunacağını varsayan,

SORUMLULUĞUN; hep kendini hiçe sayarak, kendi dışındaki şey ve kişilere karşı yaşanıp, hissedileceğine inanmış,

YARATICILIĞIN; yalnızca Tanrı’ya ait bir sonuç olduğuna ve insanın sadece sınırlı bir kul olduğuna dayanıp, “Düşünme! Üretme!, Sorgulama!, Soru sorma!” diye hem kendine hem çevresine haykıran,

ÖZGÜRLÜK isteğinin, sanki sadece “her istediğini yapmak” gibi küçücük ve yüzeysel bir anlamı varmışcasına, kısıtlayan, sınırlayan, cezalandıran,

Ve en derinde aslında ÖZGÜR olmanın KENDİ OLMAK ve KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK olduğunu bir türlü göremeyen, fark edemeyen, anlayamayan,

“Zihinlerimize, düşüncelerimize, önü perdelenmiş, İNSANı göremeyen gözlerimizedir!”

Bir süredir, gençlere koçluk yapıyorum.

Gençler sınav süreci, stres, hedef koyma, geleceklerini planlama gibi konuları gündem olarak getiriyor olmalarına rağmen her birinde ortak gelinen ve “en büyük problemim” diye dillendirdikleri konunun “aileleri-öğretmenleri ile olan iletişimleri” ve “ailelerinin kendileri olan davranış ve tutumları” olduğunu gözlüyorum.

Beni buna şeffafça, üzerinde uzun zamandır düşündüğüm ve gözlediğim bu konuda beynimde ve kalbimdekileri paylaşmaya az önce okuduğum, bir babanın Doğan Cüceloğlu ile paylaşımını içeren ve Doğan Cüceloğlu’na ait aşağıdaki yazısı ve geçen hafta 14 yaşında bir genç ile yaptığım koçluk sırasında “içim parçalandı” diye tarif edebileceğim hissiyatım itti.

Haberin Devamı

Tüm yeni nesil adına, Türkiye ve dünyanın geleceği, bizim geleceğimiz adına,

Artık “küçük boylu büyük varlıklarla” kendini aramızda göstermekte olan İNSANın bir sonraki üst versiyonu adına, onlara uyumlanma, onların sevgisini, değerlerini, sadeliğini, neşesini, sınırsız yaratıcılığını, bütünsel bakışını, kapsayıcılığını, olgunluğunu, sorumluluğunu, özgürlük ihtiyaçlarındaki derinliği, duyarlılığını, enerjisini, sorularını ve sorularının boyutlarını, EN ÖNEMLİSİ GELECEĞE DAİR UMUTLARINI fark edebilmemiz, anlayabilmemiz ve onların kendilerini İNSANca var edecekleri alanları onlara açabilmemiz adına yazının bir bölümünü sizinle paylaşmak istiyorum.

Haberin Devamı

***

...Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın ana vatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır." Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır." 

Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: "Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum?" Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz hocam? Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.

Haberin Devamı

Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim bir babayım?" diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul'dan dönene kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki "Eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın ama doya doya çocukluğunu yaşasın."

Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum.

O günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim. İşten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki "Oğlum, bugün doya doya oynadın mı?" Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman "Hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız" dedim.

Haberin Devamı

Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. O günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi-sekiz gün sonraydı galiba... Bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki "Baba ya, ben seni çok seviyorum." Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti de...

İki hafta sonra okul, öğretmen veli-buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın." demişti.

Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı, gülümsedi ve "Siz ne yaptınız bu çocuğa?" dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. "Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa" dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi ve "Hayır, kötü değil" dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim gibi bir öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”

Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimde "Vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar" duygusu vardı...

***

Sürç-i lisan etti isem affola, her şey GELECEK için :)

Sevgiler