Paylaş
Geçen akşam “zihnimi boşaltma köşesi” dediğim koltuğuma oturup, bir yandan sokaktaki lambanın ışığında rüzgârla dans eden dişbudağı seyrederken, bir yandan da elime kumandayı alıp refleks halinde televizyonu açtım.
Televizyonda Tayfun Taliboğlu bir jokey kulübünün oldukça başarılı jokeylerinden biriyle röportaj yapıyor. Ufak tefek, mütevazı, güler yüzlü genç bir adam. Tayfun Talipoğlu mikrofonu uzattığında çekingen ama mutlu bir ifadeyle bir şeyler anlatıyor.
Tayfun Taliboğlu ondan “Başarılı ve yetenekli Jokey Özcan” diye bahsediyor. O ise bu ifadeye suskun ama anlamlı bir gülümsemeyle, utanarak yanıt veriyor.
İşimin ana temeli ve en büyük ilgi alanım İNSAN olduğundan, ister istemez duyduklarımı bu açıdan ve “Profesyonel Koç” gözlüklerim arkasından dinledim.
“Özcan, Siirt’in bir köyünde doğmuş. 11 tane kardeşten biri. Annesi de babası da okuma yazma bilmiyor. İlkokulu taşımalı eğitimle köyde okumuş. Ortaokula geçtiğinde okulları kapatılmış. “Okumayı çok isterdim. Herkes gibi…” diyor. Bundan 10-11 yıl önce Adana’da evli olan ablasının yanına gelmiş çalışmak için. Adana’daki Jokey kulübünde atların ahırlarının temizliği ile ilgilenmek üzere işe girmiş. Jokey kulübünde ahırlarda kalmaya ve karın tokluğuna jokey kulübünde ahır temizlikçisi olarak çalışmaya devam etmiş. Bu sırada atlara olan sevgisi ve işini iyi yapıyor olmasından dolayı onu seyis yapmışlar. Terfi etmiş yani. Atlardan öyle saf bir sevgi ile bahsediyor ki, gözleri parlıyor onları anlatırken. Jokey kulübündeki hocalardan biri bir gün, “senin boyun kısa, atletiksin de. Senden iyi jokey olur, at binmeye başla” demiş. O güne kadar aklından hiç geçmemiş böyle bir şey. “Düşündüm” diyor. “Ben jokey olmak ister miyim?”
Sabahları çok erken saatlerde antrenman yapıp, sonra ahırda atları ve ahırı temizliyormuş. “Zorlanmadın mı?” diye sorulan soruya “Sabahları kalkmak hiç zor değildi, sevdiğiniz bir şeyi yapmak insana zor gelmez ki” diye karşılık veriyor. Bu antrenmanlar sırasında bir gün attan düşmüş ve bacağını 4 yerinden kırmış. Hastane de yatmış. O hastanede yatarken Adana Ceyhan depremi olmuş. Kalacak ve iyileşecek evi olmadığı için Siirt’e geri dönmüş.
“Evde yatarken hocanın bana senden iyi jokey olur sözünü, atları, yarışları düşündüm. Atların nasıl da azimle kendileriyle, birbirleriyle yarıştıklarını ve çok belli hedeflere koştuklarını düşündüm. Onlara binen jokeyler için de durum aynı. Hedefiniz var. Amacınız hep bir sonraki yarışta daha iyi derece yapmak. Atla sizin aranızda da kopmaz bir bağ oluyor tabii ki.” diyor. Sonra kesin karar vermiş jokey olmaya. Jokey okuluna kayıt olmaya gittiğinde en az ortaokul mezunu olmak gerektiğini öğrenmiş. “Hiç umudumu kaybetmedim, ilk olarak madem okulu bitirmek lazım, o zaman gidip bitiririm dedim” diyor. Milli eğitime başvurup dışarıdan sınavlara girip ortaokul diplomasını almış ve Jokey okuluna kaydolmuş.
Belli bir süre sonra jokey okulunun 6 kişi’yi İrlanda’ya eğitime göndereceğini duyurmuş. Çalışmış, çabalamış. Gönderilecek 6 kişi arasına girmiş. Hiç yabancı dili de yokken kalkmış gitmiş İrlanda’ya. “Zordu tabii süreç, ama hayatta kimin hayatı kolay ki? Kim emeksiz başarıyor ki? Ben hiç zorlukları düşünmedim, tek düşündüğüm çok iyi bir jokey olmaktı” diyor. “İrlanda’da ilk üç ay zorlandım, sonra dili söktüm her şey kolaylaştı” diyor gülerek. “Jokey olduğunuzda yarış kazanmadan para kazanmaya başlayamıyorsunuz. İlk 4’e girmezseniz para mara yok” diyor. 6. yarışında kazanmış. İlk 4’ girmiş. “Az bir paraydı ama bu başardığımın kanıtıydı. Parayı eve gönderdim. Ben paraya hiçbir zaman önem vermedim. Amacım yaptığım işi iyi yapmaktı. Siz işinizi iyi yaparsanız para zaten veriyorlar” diyor.
Sonra arkası gelmiş. Başarısı ve kazancı artmaya başlamış. Ailesine Adana’dan ev almış. Kendine de bir araba. Şimdi 5 kardeşini de kendisi okutuyormuş. Gururla anlatıyor. “Okusunlar, kız erkek fark etmez. Benimki kadar zor olmasın hayatı onların” diyor.
Tayfun Taliboğlu soruyor, “ Bu başarını nasıl değerlendiriyorsun? Bu kadar hızla başarılı olmanı ne sağladı?” “Öncelikle yapabileceğime İNANDIM. İnanç her şeyin başıdır. Sonra yılmadım, vazgeçmedim. Çünkü bunu yapmayı çok istediğimi ve bu işi çok sevdiğimi biliyordum. Azmettim ama hırslı bir insan değilim. Bir de altıncı his derler ya, ben de onun gibi bir şey var. Birilerinin benimle böyle bir röportaj yapacağını da hissetmiştim” diyor gülerek.
“Bana sen çok yeteneklisin ondan oldu diyorlar ama bence her insan bir şeyi çok isterse mutlaka yapar. Herkes yapar. Ben sadece çok istedim” diye bitiriyor cümlesini…
Özcan, her şeyi özetlemiş aslında. Bir insanın hiç bilgisi olmasa da, el yordamıyla da olsa, KENDİ’Nİ ve hedeflerini nasıl var edeceğinin çok güzel bir örneği.
Sorularının yanıtlarını anlatıyor röportajda. Sade, basit, anlaşılır, uygulanabilir ve modellenebilir bir şekilde…
Kendi yaşam öyküsüyle, ne istediğini bilmenin, engellere değil, “Nasıl çözeriz?”e odaklanmanın, olumlu düşünmenin, planlı ve disiplinli bir şekilde çaba göstermenin, kendini motive etmenin ve kararlılığın, inanmanın, yaşamayı ve kendini sevmenin bir insan yaşamında mutlaka sonuç getirdiğini gösteriyor.
Umut tazeliyor, yüz güldürüyor…
Sanırım yaşam, insanın YAŞAMAYA cesaret etmesinden geçiyor.
Paylaş