Paylaş
Bir kadın hamilelik dönemi boyunca hormonal, fizyolojik ve psikolojik olarak çok güçlü değişimler yaşar. 9 ay boyunca yaşadığı bu sürecin bitimin de ise 6 hafta süren lohusalık dönemine girer. Bazı anneler bu dönemi sorunsuz atlatabilirken bazıları ise sorunlu bir lohusalık dönemi geçirebilir. Yapılan araştırmalar dünyada doğum yapan her 5 kadından birinin lohusalık depresyonu yaşadığını söylüyor*. Peki, biz toplum olarak lohusalık depresyonunun ne kadar farkındayız?
OnuncuAy projesini hayata geçiren Bayer Tüketici Sağlığı Türkiye Ülke Müdürü Taygun Günay ile “Lohusalık Depresyonu Farkındalık Haftası” nedeniyle keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Hem anneleri, kendileri gibi sorun yaşayan diğer annelerle aynı platformda buluşturan bu projenin detaylarını hem de bir baba olarak eşinin lohusalık döneminde neler yaşadığını konuştuk.
1. Öncelikle; bir baba olarak, böyle bir projenin içinde yer aldığınız için, nasıl hissettiniz kendinizi? Nelerin farkına vardınız?
Bir baba olarak, bu projenin içinde yer almak büyük mutluluk. Bebek için, annenin konumu, ilk doğduğu andan itibaren tartışılmaz, her ne kadar üzerinde çok konuşulmasa da; anne kadar, babanın da rolü var.
Bir kadın, anne rolünü üzerine aldığı an, dünyanın en büyük sorumluluğunu yüklenmiş gibi hissediyor, haksız da sayılmazlar elbette. Bununla birlikte içinde bulunduğu durumun psikolojik etkisi, doğum sonrası fizyolojisi, adaptasyon sürecini iyice zorlaştırıyor.
İşte burada babalara büyük görevler düşüyor. Anneye destek olmak, bebeğinin hayatına dâhil olmak, baba rolünü daha da perçinliyor.
Hem bir baba hem de bir marka olarak bu konuya el uzatmaktan mutluluk duyuyorum.
2. Peki, işin tanımsal kısmına gelecek olursak lohusalık depresyonu nedir ve annenin lohusa depresyonu yaşadığı nasıl anlaşılır?
OnuncuAy projesini hayata geçirmeden önce konuyu enine boyuna inceledik ve gördük ki; doğum sonrası depresyona her kadın yakalanabiliyor. Depresyonun belirtileri; gebelik esnasında veya doğum sonrasında gelişebiliyor.
Kadın, anne olduğu an, hayatının eskisine dönmeyecek şekilde, kökten değiştiğini hissediyor. Bu dönemde "normal" hissetmeyen kadın, kendisine yabancılaştığı bir depresyon dönemine geçiş yapabiliyor.
Türk kültüründe de annenin kırkının çıkması olarak ifade edilen bu dönemde, kadının; çocuğuna, hatta kendine bile bakamayacağına inanılır, aslında bu kadının yeni hayatına adaptasyon sürecidir.
Kısaca ifade etmek gerekirse, yeni hayata gözlerini açan bebeğin yanı sıra, anne de yepyeni dinamikleri olan bir sürece giriyor, Projenin başında bizimle hikâyelerini paylaşan annelerden biri “Ben bebeği doğurdum ancak bebek de beni doğurdu bir anlamda” diyerek aslında bu yeni dönemin kendisi için ne kadar farklı olduğunu ifade etmişti.
Dünya genelinde yeni annelerin yüzde 85’i lohusalık hüznü, yüzde 15’i ise lohusalık depresyonu yaşıyor*. Alışması zor bir süreç; emzirme sıkıntıları, eş ile ilişkinin değişen dinamikleri ve saire derken etraftan gelen yaklaşımlar da eğer destekleyici olmazsa hüznü tetikliyor.
Lohusalık depresyonuna giren pek çok anne, bu durumu fark etmiyor bile. Örneğin ülkemizde, geleneksel olarak bebeğe karşı aşırı korumacı bir tavır sergileniyor, hatta bazen bu tavır anneye kendisinin gözden çıkarıldığını hissettirecek kadar ileri gidebiliyor. Hamileliği boyunca el üstünde tutulan kadın, anne olduğu andan itibaren kendisine olan ilginin tamamının bebeğe kaydığını görüyor ve kendisini daha da yalnız hissediyor. Tabi bu sırada kendisinin de bütün ilgisinin bebeğin üzerinde olduğunu söylememiz gerekir. Bu aşamada etrafındakilerin desteği çok önemli tabi ki sınırları bilerek ve yargılamadan...
3. Yapılan araştırmalar dünyada doğum yapan her 5 kadından birinin lohusalık depresyonu yaşadığını söylüyor*? Peki, ülkemizde durum nedir? Bu konuda yapılmış araştırma sonuçlarından bahsedebilir misiniz?
Dünya Anne Sağlığı Indeksine göre Türkiye 179 ülke arasında 65. sırada yer alıyor. Lohusalık depresyonu konusunda da maalesef dünya ortalamasının çok üzerinde yer alıyoruz. Dünyada lohusalık depresyonuna yakalanma oranı %15 iken Türkiye’de bu oran %40’lara kadar yükseliyor**.
Bildiğiniz gibi Türk kültüründe anne kutsaldır, bu kutsiyet anneliğin verdiği sorumlulukla birleştiğinde, anneleri mükemmel olma beklentisini karşılamaya çalışmak noktasında baskı altına alıyor. Yeni rollerine alışmaya çalışan kadınlar; kayınvalide, anne, akraba, arkadaş, komşu tavsiyesi/müdahalesi gibi faktörlerle lohusalık depresyonuna daha kolay girebiliyor.
Dokuz ayın ardından bambaşka bir sürece giren anneler, toplum tarafından oluşturulan “annelik” normlarına göre davranmaya çalışıyor; çok fazla sınırlama içeren ve “kutsallık” üzerine kurulu olan bu normlar, anneyi sosyal hayattan dışlayabiliyor. Yani anne sadece bebeği için yaşayan, kadınlığını ve varlığını hiçe sayan, bir yere konumlandırılıyor.
4. Peki, bebeklerin pişiklerine çözüm sunan bir marka olarak “OnuncuAy platformu” nasıl ortaya çıktı? Neden böyle bir projeyi hayata geçirmeye karar verdiniz? Bize biraz projenin detaylarını anlatabilir misiniz?
Biz Bepanthol Baby markamızla; kolaylıkla zarar görebilen ciltleri, ürünlerimizle mükemmel koruyor ve istenilen ciltlere dönüşmelerine yardımcı oluyoruz. Parfüm, paraben gibi potansiyel toksik bileşen ve koruyucular içermeyen ürünümüz sayesinde, saf bir şekilde, bebek cildinin optimum nem dengesini koruyoruz.
Hassas bebek cildini iyi tanıdığımız için; pişik riskinin yükseldiği; gece uykusu, diş çıkarma, katı gıdaya geçiş gibi dönemler konusunda, anneleri bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Hem anne hem de bebeklerin mutlu olması için çalışıyoruz diyebilirim.
Bu nedenle annelerin kolaylıkla mutsuz hissedebildikleri, en kırılgan oldukları lohusalık döneminde de yanlarında olabilmek adına, “OnuncuAy” projesini ortaya çıkardık.
Biz onlara aslında neredeyse kimsenin sormadığı bir soruyu sorduk, “Sen nasılsın?” Onların ne kadar önemli olduklarını hissettirmek ve samimiyetle yanlarında olduğumuzu göstermek istedik. Bu soruya o kadar çok ihtiyaç duyuyorlarmış ki yoğun bir ilgiyle karşılaştık. “Biz buradayız” dediğimizde anneler bize döndüler ve lohusalık döneminde yaşadıkları zorluklarla ilgili içlerini dökmeye başladılar.
Proje lansmanını Ayşe Arman ile birlikte başlattık. Annelerden hikâyelerini göndermelerini istedik ve yüzlerce anneden dönüş aldık. Bu hikayeleri Hürriyet gazetesiyle yaptığımız özel ekte yayınladık. Sonrasında ise onuncuay.com’da iletişimimize devam ettik. Yaptığımız etkinlikler ve paylaşımlar sayesinde lohusalık depresyonu hakkında farkındalığın artmasına katkıda bulunduk.
Geçtiğimiz Mayıs ayında Uykusuz Anneler Kulübü ile beraber gerçekleştirdiğimiz “Lohusalık Depresyonu Farkındalık Haftası” ile sosyal medya üzerinden yaptığımız canlı yayınlarla çok daha geniş bir kitleye ulaştık. #lohusayimfarkindayim etiketi üzerinden yapılan yüzlerce paylaşımla anneler birbirleriyle etkileşim içerisine girdiler. Kendi hikâyelerini anlatmaya devam ettiler. Bu projeyle birçok platformda çeşitli ödüller aldık. Aldığımız ödüller ne kadar doğru bir yolda olduğumuzu bize bir kez daha göstermiş oldu.
5. Bu proje kapsamında ne kadar anneye ulaştınız? OnuncuAy platformu olarak önümüzdeki dönemlerde hayata geçirmeyi planladığınız başka projeleriniz var mı?
OnuncuAy projesiyle yaptığımız çalışmalarla 4 milyondan fazla anneye ulaştık. Bu sene de “Lohusalık Depresyonu Farkındalık Haftası” etkinliklerini, yine geçen sene olduğu gibi “Uykusuz Anneler Kulübü” ile gerçekleştiriyoruz. Anneler arasında, geçen senenin de üzerinde bir etkileşim olduğunu söyleyebilirim.
Erişimimizi daha çok artırarak, tüm annelerin; ihtiyaç duydukları anda yanlarında olmak ve destek vermek istiyoruz. Uzman görüşleriyle, annelerin yaşanmış hikâyeleriyle, her gün genişleyen bir içeriğimiz var. Hem yerel, hem de uluslararası örneklerle; lohusalık depresyonunun; nerede olursanız olun, başınıza gelmesinin olağan bir süreç olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Paylaşımda bulunan annelerin içeriklerini okudukça, okuyucular, başlarından geçenin herkesin yaşadığı doğal bir süreç olduğu noktasında ikna oluyor.
Bahsettiğimiz gibi, biz kategorisinde uzman bir marka olarak; kadınların zor anlarında onlara el uzatmaya çalışıyoruz, dolayısıyla lohusalık depresyonu da bizim için destek vermemiz gereken bir konuydu. Annelerin ihtiyacı olduğunu bildiğimiz noktalarda onlara el uzatmaya her zaman devam edeceğiz.
6. “Lohusalık Depresyonu Farkındalık Haftası” aracılığı ile annelere vermek istediğiniz ana mesaj nedir?
Vermek istediğimiz en önemli mesaj “Yalnız değilsiniz”. Daha önce de konuştuğumuz gibi lohusalık depresyonuna giren çoğu anne, bunu fark etmiyor bile ve tek başına, başa çıkmaya çalışıyor ve bu durum hem anne hem de bebek açısından zorlayıcı oluyor. Destek talep etmek annenin aklına gelmiyor. Herkes, “Bende bir gariplik var” diye düşünüyor. “Lohusalık Depresyonu Farkındalık Haftası” ile annelere eğer kendinizi yalnız ve mutsuz hissediyorsanız destek alabilirsiniz, paylaşabilirsiniz demek istiyoruz.
7. Proje kapsamında annelerden kendi hikâyelerini göndermelerini istediniz ve hala hikâyeler gelmeye devam ediyor. Bugüne kadar gelen hikâyelerin içinde sizi en çok etkileyenlerden birkaç tanesini bizimle paylaşabilir misiniz?
Annelerle olan iletişimimiz Ekim 2016’ya dayanıyor. O tarihten bu yana yaptığımız çalışmalarda; annelerin lohusalık hikâyelerine ortak oluyoruz. Hepsinin ortak noktası, yeni hayatlarına başlarken; kendilerini ne kadar yalnız hissettikleri ve geri dönüşü olmayan bir hata yaptıkları hissi.
En çok etkileyen hikâyelerden bir tanesinde; anne, bebeğiyle geçen her anına şükrederek bebeğine her baktığında gözlerinin dolduğunu belirtirken, bir yandan da yorulduğu için isyan ettiğini ama bebek uyuduğun da ise onu çok özlediğini paylaşmıştı… Bebeği dışında kimsenin ona iyi gelmediğini düşünüyor, kendi anne ve babasının bile onu anlamadığına oldukça inandığını söylüyordu. Şu cümlesi de çok ilginçti; “İzliyoruz ya haberlerde yoğurt almaya diye gitti 20 yıl sonra döndü haberlerini, anlam veremiyoruz hani… Belki o ablalar, teyzeler de onuncu aylarındaydı kim bilir...”
Birçok anne hikâyelerin sonlarında ise onlara ne güzel bir el uzattığımızı, yalnız olmadıklarını göstererek yazıların onlara güç ve enerji verdiklerini belirterek bizlerle teşekkürlerini paylaşmayı unutmadılar
8. Bu konuda baba adaylarının ve yeni babaların da bilinçlendirilmesi çok önemli. Babalar doğumdan sonra anneye nasıl destek olabilirler?
Her konuda olduğu gibi burada da aynı yolda yürümek gerekiyor. Baba, annenin her zaman yanında olmak zorunda.
Babanın en önemli görevi, eşine ilgi göstermesi ve aynı hamilelik dönemindeki gibi el üstünde tutmaya özen göstermesidir. Bununla birlikte tabi ki, ev işlerini ve bebeğin sorumluluğunu adilce bölüşmelidir.
9. Sizin eşiniz lohusalık dönemini nasıl geçirdi? Bir baba olarak eşinize lohusalık döneminde yeteri kadar yardımcı olabildiğinizi düşünüyor musunuz?
Eşim ilk oğlumuz doğduktan sonra ciddi stres altındaydı, çok erken olmasa da erken bir doğum oldu ve eşim bebeğin kilosunu günde 3 kere ölçer, birkaç gram verirse üzülürdü. Ben de bebeğin ilk 3 ayında halen yurtdışında çalışıyordum, gidip geliyordum İstanbul’a. İstanbul’da olduğum zamanlarda yapabildiğim kadar eşimi dışarı çıkarıp, baş başa zaman geçirmeye çalışıyordum çünkü belki lohusalıkla ilgili şu anki kadar bilgim yoktu ama içten içe evden çıkmaya ihtiyacı olduğunu fark ediyordum. Tabii yapabildiğim kadarıyla bebeğin bakımına ve dışarıda gezdirilmesine ve böylece eşimin evde dinlenebilmesine de yardımcı olmaya çalıştım. İkinci oğlumuzda sanırım ikimiz de daha tecrübeliydik ve artık dört kişilik bir aileydik, eşim belki de bundan dolayı lohusalık dönemini daha kolay atlattı.
Ama şu da bir gerçek: OnuncuAy projesini hayata geçirdikten sonra yeni anneye, lohusalık dönemine bakışım gerçekten çok değişti. İnsan yaşarken farkına varmıyor.
*Dr. H. Tuna ÇAK1 ve ark. 2014
Anne ve Baba Adaylarında Psikiyatrik Belirtiler ile Doğum Sonrası Depresyon ve İnfantil Kolik Arası İlişki: Çok Merkezli Bir Takip Çalışması
Türk Psikiyatri Dergisi 2015;26(2):87-98
http://www.turkpsikiyatri.com/PDF/C26S2/02.pdf
**Hacer Hicran Beyca ve ark. 2014
Postpartum Depresyon Açısından Riskli Annelerin Bebeklerinin Doğum Sonrası İlk İki Aylık Dönemde Boy ve Kilo Ölçümlerinin Değerlendirilmesi
Türk Psikiyatri Dergisi 2015;26(2):87-98
Paylaş