Paylaş
Dünya Kadınlar Günü’nden sadece 3 gün sonra Adliye’de oğlu tarafından vurulan talihsiz kadının hikayesini paylaşmıştım o haftaki yazımda sizinle. Maalesef Anneler Günü’nden 3 gün sonra da yüzlerce anayı ağlattık. Ağlattık diyorum çünkü bu olayın sorumlusu aslında hepimiziz. “Hayır, ben değilim” demesin kimse çünkü esas sorumlu olan “sistem” ve biz de o sistemin birer parçasıyız. Daha şunun şurasında sadece 12 gün geçmişti 1 Mayıs İşçi ve Emek Bayramı’nın üzerinden. Taksimde kutlama, protesto, gösteri, yürüyüş (adı her neyse) yapılsın mı yoksa yapılmasın mı tartışmasından öteye gidemedi bayramın anlamı. O zaman da hak ettiğini alamıyordu işçiler ve bunun fark edilmesi için ölmeleri gerekmiyordu. Bugün kalkıp sendika başkanı işçiler yerine firmayı, denetleyenleri korumaya yönelik açıklamalar yapıyorsa yazıklar olsun o sendikaya.
Şu saatten sonra kimin sorumlu olduğu çok da önemli değil aslında. Birileri suçlu bulunsa gidenler geri gelecek mi? Daha anne karnında babasız kalan yetimler babasına kavuşabilecek mi? Hayır ama bundan sonra yaşanmaması için sorumluların tespit edilmesi lazım. Başka canları kaybetmeyelim, başka anaları ağlatmayalım, başka bebeleri yetim bırakmayalım diye. Ne yazık ki başımıza bir felaket gelmeden önlem almayı da tepki göstermeyi de bilmiyoruz. Bu olay olmadan önce o işçiler eylem yapsa greve gitse kaçımızın umurunda olurdu?
Yaşanan öyle bir kaos ki üniversitelerde ders olarak okutulsa yeridir. İçeride kaç işçi olduğunun bilinmemesi zaten başlı başına bir fiyasko! Kaç kişi çıkarıldı, kaçı sağ, kaçı hayatını kaybetti; açıklanan bilgiler bile güvenilir değil. Evet, belki bir bakanın ağzından bazı rakamlar duyuyoruz ama o kadar inancımızı kaybetmişiz ki politikacılara karşı, hiçbir söze inanamıyoruz.
Allah korusun ama yarın bir gün büyük bir deprem olsa içinden çıkamayacağımızın canlı örneği Soma. Kaldı ki Van’da yaralar yıllar geçmesine rağmen hala sarılamamış. Bir maden ocağını bile kontrol edemezken, daha büyüğünü düşünmek bile istemiyorum ve bir kez daha gönülden Allah korusun ülkemizi diyorum.
Hiçbir acı unutulmuyor, sadece insanoğlu zamanla o acıyla yaşamayı öğreniyor. Acıları acımızdır ağlayan tüm anaların. Biz kilometrelerce uzaktan yüreğimiz sızlayarak izlerken onların o karmakarışık hallerini düşünemiyorum.
Ve bunu okuyan her anneye birkaç lafım var:
Bak güzel kardeşim; şimdi sen rahat evinde, konforlu iş yerinde, bilgisayarından, tabletinden, telefonundan internete girip bu yazıyı okuyorsun ya, senden bir ricam var. Lütfen ama lütfen çocuğunu maddiyat odaklı yetiştirme. Kısa yoldan cebini doldurmayı değil, “can”a değer vermeyi öğret. Daha küçücük yaşlarında oyuncaklara boğma, her istediğini alma, istediğini elde etmek için başkalarının üstüne basabileceği kanısını yaratma. Düzen böyle diye az büyüdüğünde eline son model cep telefonu, altına araba çekmek değil annelik- babalık. Yarın patron olursa çalışanlarının haklarını düşünebilmesi için çok küçük yaşlarda sizi örnek alacağını unutma. O yanında “nasılsa bir şey anlamaz” diye rahatça konuştuğun çocuk belki yarın büyük şirketler yönetecek, belki politikacı olacak, belki düzeni değiştirecek. Sen evinde çalışanı azarlarken, iş yerinde senden alt kademelerde çalışanlara fırçayı basarken çocuğunun seni gözlemlediğini, rol model aldığını unutma. Elinde şekillenmeyi bekleyen bir hamur var. Sen nasıl bir kalıba sokarsan geleceğimiz de öyle şekillenecek.
Ve şimdi yardım için birlik olma zamanı. Nasıl Van depremi sonrası tek yürek olup yardım kampanyaları için çırpındıysak şimdi de Soma’da babasız kalan çocuklara el uzatma zamanı. Bu konuda birçok kampanya başlatıldı. Bunlardan bir tanesi de aşağıdaki linkte, bir göz atarsanız sevinirim. Hepimiz imkanlarımız dahilinde ne yapabiliyorsak elimizi taşın altına koyalım. Yardımın küçüğü büyüğü olmaz, herkes yapabildiği kadar.
Soma’da kaybettiğimiz tüm işçilerimiz için Allahtan rahmet ve acılı yakınlarına sabırlar diliyorum.
Milletçe başımız sağolsun.
Paylaş