Paylaş
Zor bir yaz oldu.
Önceleri yaz gelmedi. Sonra fazlasıyla sıcak geldi. Yaz döneminde yazılara biraz ara vermiştim. Ancak Ağustos başı çıkacağımız Kıbrıs tatili sonrası çocukla seyahat konulu bir yazı yazmayı planlamıştım. Hani bir söz vardır ya "hayat biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir" diye, işte tam da böyleymiş gerçekten.
Candan Erçetin şarkısında söylüyor ya "kul kurar kader gülermiş" bizimki de o misal oldu. Ne tatil yapabildik, ne yazıyı yazabildim.
Sonrası uzuun bir toparlanma süreci ve bu süreç henüz bitmiş değil.
Ağustosun başıydı, sabah saatlerinde İstanbul'dan yola çıkıp öğle saatlerinde yavru vatandaki otelimize yerleştik ve akşam yemeği esnasında babamı ani bir kalp krizi sonucu kaybettiğimizi öğrendik. Hiç bir hastalığı olmadığı ve daha yeni telefonla konuştuğumuz için bu haber büyük bir şok yaşattı bize. Her ölüm erken ölümdür tabii, insan sevdiklerine yakıştıramaz. Bir de böyle ansızın, hiç hasta olmadan hiç alıştırmadan gidince insanın inanması daha güç oluyor.
Sonrası apar topar uçak biletini değiştirme, İstanbul'a dönme, Cenaze için Tokat uçağına yetişme ve büyük bir hüzün seli.
Yaşayan bilir yaşamayanlara da Allah gecinden versin dilerim. Anne-baba kaybı bambaşka oluyormuş. "Anne beslendiğin bağ, baba yaslandığın dağ"dır derler. İnsan kaç yaşında olursa olsun o dağı arkasında hissetmeyince afallıyormuş. Neredeyse 20 yıldı evden uzakta olduğum için bana hala babam yaşıyor gibi geliyor. Sanki arasam yine telefona çıkacakmış gibi.
Işık 3,5 yaşında ve olayların farkında değil ama kendi küçük dünyasında büyük şaşkınlıklar yaşadı. Tatile gidiyoruz diye anlatarak yolculuk yapıp otele yerleştikten sonra bir kaç saat havuz ve deniz keyfi yaptırdık. Tatile giderken biraz ateşi vardı, su iyi gelir diye düşündük. Ancak sonrası apar topar odaya dönüp bilet alma çabalarımız, o esnada gündüz yorulan Işık'ın uykuya dalması, gece 3'te hava alanı transferi için yola çıkmamız ve onun uyanıp neye uğradığını şaşırması, sonrasında hava alanına kadar tekrar uyuyup alana varınca uyanması ile geçen süreç nasıl bitti dersiniz? Zaten yemek konusunda mızmız olan oğlum boş midesinde ne varsa çıkardı hava alanının kapısında. Uçağı beklerken başka bir şey yemek istemedi. Uçağa binince İstanbul'a kadar yine uyudu, bu sayede uçuşumuz rahat geçti. Fakat Atatürk Havalimanına yetişip Tokat uçağı için Sabiha Gökçen Havalimanına yetişmeye çalışırken "eve gitmek istiyorum, tekrara uçağa binmek istemiyorum" diye çok ağladı. Ben o anda zaten yaşadığım şoktan sersem gibiyim ama kendi derdimi unutup onu teselli etmeye çalışarak "deden hastaymış oğlum, onların yanına gitmemiz gerekiyor" diye açıklamalar yapsam da susmadı. 2. uçak yolculuğumuz biraz sıkıntılı geçti ve tabii çok kalabalık olan cenaze evinde çok huysuzlandı. Orada kaldığımız bir hafta boyunca doğru düzgün yemek yemedi. "Eve gidince yiyeceğim ben, İstanbul'a gitmek istiyorum" diye ağladı durdu. Ne olduğunu anlamadığı o ortamda o da kendine göre tepkiler verdi. Onu İstanbul'a bırakıp gitmek de istemedim çünkü bir haftalık süreç bizim için çok uzun, bu kadar ayrı kalmaya alışkın değiliz ikimiz de, hatta babasını katarsak üçümüz de.
Neyse o günleri atlattık. 40 gün geçti bile. Ben hala içimde kabullenmesem de hayat normale dönmeye başladı. Bir daha hiç gülemem, eğlenemem sanıyorsun ama insanoğlu her acıya dayanıyor.
Özellikle son zamanlarda ülkemizde ve dünyada yaşanan acıları görünce kendi acına ağlamaya utanıyorsun. Ben 67 yaşındaki babamı erken kaybettiğimi düşünürken gencecik vatan evlatları yitip gidiyor. Allah kimseye yaşatmasın "evlat acısı"nın benim yaşadığımdan kat be kat fazla olduğunu tahmin ediyorum. Henüz bir kaç aylık ya da bir kaç yaşında olan küçücük çocukların babasız kaldığını düşününce içim parçalanıyor. Gidenler geri gelmez ama yeni acılar yaşanmasını acilen önlememiz lazım. İnsanoğlu silkinip kendine gelmeli artık.
Çocuklarımıza bırakacağımız dünya bu mu? Minicik bir bedenin kıyıya vurmuş fotoğrafını ben oğluma nasıl açıklayacağım? Hepimiz elimizi taşın altına koyalım. "Ben ne yapabilirim ki, bu devletlerin işi" demeyelim. Şimdi ayrım yapma değil, birlik olma zamanı. "Onlar" demek yerine hepimize "biz" deme zamanı.
Hiç bir çocuk "babasız" kalmayı haketmiyor.
Necip Fazıl Kısakürek ne güzel söylemiş; "Savaşın ortasında komutansız kalmaktır babasız kalmak"
Paylaş