Paylaş
Kim derdi, böyle başlayan bir aşk yarı yolda kalacak? Kim derdi, bir gün gözlerinin içine bakıp “artık seni sevmiyorum” diyecek zalimce. Eriyip bittiğin, uğruna kul köle olduğun, beraber nefes aldığın bu insan duygularının değiştiğini söyleyecek sana, şaşkınlık ve korku içerisinde bırakarak. Tekrar kavuşmanın ümidiyle kaybetmenin derin çukurlarında direndiğini fark edeceksin çaresizce. Pazarın ortasında annesini kaybeden çocuğun yaşadığı korkuya benzer bir şey hissedeceksin, hayatım boyunca elini tutmak istediğin insanın elini bir daha tutmamak üzere bıraktığını düşündüğünde. Benzer duygu ve düşüncelere sahip insanların akıp giden hayatın içerisinde, olup biteni anlamaya çalıştığını görürüz. Belki de hayatın acımasız ve soğuk yüzünü, ayrılık sonrası yalnızlığı fark etmeye çalışıyordur onlar.
Ayrılık sonrasında yalnız kalmak, hayatın geciktirerek karşımıza çıkardığı bir gerçekliktir. Belki anne-babamızın öğretmediği bu gerçekliği, yıllar sonra çok sevdiğimiz insanla kurduğumuz duygusal ilişkinin bitmesi öğretecektir bize. Karşılıklı yoğun sevgi ilişkisi içerisinde kendi benliğinin sınırlarını kaybetmiş, bunu da samimiyet ve yakınlıkla açıklamaya çalışan birçok anne baba vardır. Zihnindeki sevgiye dayalı güvenli ilişkinin özellikleridir belki bunlar. Bu ilişki biçimi, sevgiyi paylaşma ve yakınlaşma davranışının temelini oluşturur çocuğun dünyasında.
Anne-baba ile kurduğumuz ilk duygusal ilişki biçiminin hayatımız boyunca kuracağımız duygusal ilişki biçimiyle benzerlik gösterdiği birçok araştırmada ortaya çıkmaktadır. Anne-babayla kurduğu ilişkide, bir taraftan olumlu ilişkiyi sürdürürken bir taraftan da ayrışmayı-bireyleşmeyi gerçekleştirebilen ve kendi ayakları üzerinde durabilen kişinin, sevgiye dayalı özerk bir ilişki biçimi oluşturduğu söylenebilir. Bu ilişki biçiminde sevme ve sevilme çok önemsenirken, sevilmeme durumu yıkım değil hüzün ortaya çıkaracaktır. Sevilmeme, ayrılma gibi durumlar bir gerçeklik olarak karşısına çıkacak ve biraz zor olsa da bu duyguyla baş edecek kadar kendini güçlü hissedecektir. Buna gerçek kendiliğinden aldığı güçle, özünden aldığı güçle ayakta kalma ve hayatı tüm gerçeklikleri ile yaşayabilme potansiyeli diyebiliriz.
Sembiyotik ilişki (sınırları kaybolmuş, içi içe geçmiş, birbirinden beslenen) biçimiyle beraber yaşamaya alışmış olan insanlar için terk edilmek, kendini tanıması ve gerçek kendiliğini fark edebilmesi adına bir fırsattır. Boşluk, hiçlik, anlamsızlık, öfke gibi duyguların yoğun yaşandığı bu dönemler, kişinin kendini aradığı zamanlardır. Yani kişiyi hayata bağlayan bir nesnenin kaybolması kişinin kendinden aldığı güçle hayata devam edebilme sistemini aktive edebilir.
Çoğu zaman kişi bu süreçte kendi olmanın zorluğunu yaşamak yerine, benzer işlevlere sahip başka birini hayatına sokarak boşluğun dayanılmaz acısını dindirmeye çalışır. O zamana kadar da boşluğu hissetmemek için alış veriş, yemek yeme, riskli davranışlarda bulunma, ani kararlar alıp değişik etkinlikler yapma gibi eylemler sergileyerek yalnızlığın zeminindeki boşluğu yok saymaya ve bu eylemlerle içinde bulunduğu anı yaşamaya çalışır. Bu şekilde eylemlerde bulunan ve sonrasında kaybettiğine benzer bir nesne bulup ona bağlanarak hayatta mutlu olacağını düşünen kişiler, hayatı boyunca benzer terk edilme depresyonları yaşayacaktır.
Çünkü kendine yetebilme ve kendinden aldığı güçle yarınlara kalabilmek için kişinin ayrılma sürecindeki boşlukta bir müddet kalması ve acının, yalnızlığın olduğu o duyguda kişiliğini bir başkasına bağlanmadan yapılandırabilmesi gerekmektedir. Kişiliğin inşa edildiği bu süreci, çoğunlukla bir psikoterapistten yardım alarak insanların atlattığı görülmektedir. Bu süreç kişinin çocukluk döneminde yarım kalan ayrışma ve bireyleşme becerisini tamamladığı, kendilik yapısını olgunlaştırdığı ve yaşamını tekrardan inşa ettiği bir dönem olmaktadır.
Bir örnekle açıklayacak olursak; anne karnında yaşayan çocuk için her şey yolundadır, beslenme anneden karşılanır, oksijeni sıvı halde alır. Aslında cennet bahçelerinden bir bahçedir anne karnı. Belli bir olgunluğa eriştiğinde dünyaya gelir ve anne karnındayken karşılamış olduğu ihtiyaçları doğduktan sonra daha farklı şekillerde karşılamak zorunda kalır. Anne karnındayken sıvı oksijen alarak solunum yapan çocuk doğduktan sonra ilk kez havayı içine çeker ve ciğerlerini şişirerek normal solunum sistemini devreye sokmuş olur. Bu örnekte sadece solunum yapma davranışına bile baktığımızda çok şey görmek mümkündür. Bebek büyüme ve kendine yetebilirliği arttığı oranda fizyolojik olarak kendi sistemini devreye sokar. ilk nefes aldığında ciğerlere çektiği havadaki oksijen, hava keseciklerini yakar ve bebeğe çok acı verir. Zor olmasına rağmen yaşanması gereken bir durumdur çocuğun anneden bağımsız bir şekilde hayatını sürdürebilmesi ve hayati fonksiyonlarını devam ettirebilmesi için. Aslında ayrılıkta yaşadığımız boşluk duygusuyla baş etmek ile çocuğun ciğerlerine hava çekmenin acısına dayanması benzer durumlardır. Sıvı oksijenle beslenmenin rahatlığı, yaşamanın gereklerinin bir başkası tarafından optimal düzeyde karşılanmasıyla anlaşılabilirken; başka bir insana bağlanıp onun gözlerinde mutluluğu arıyor olmakta da, hayatta mutlu olmanın sorumluluğunu başkasına vermenin rahatlığı vardır diyebiliriz. İki durumda da olgunlaşmayla beraber ortaya çıkan, kendine yetebilmenin zorluğu yaşanmaktadır.
Boşluğa düşen kişinin öncelikle duygularını ve düşüncelerini fark etmesi önemlidir. Yaşanan depresyon kişiye çok acı veriyor olsa da kendiliğini inşa etme sürecinin başlangıcı olduğu için gerekli bir süreçtir. Kendiliği inşa etmek kişinin kendini tanıması ve bu zamana kadar önem vermediği taraflarını fark etmesiyle başlar. Keyif aldığı, üretken olduğu, yetenekli olduğu yaşam alanlarını görmesi ve hayatına taşımasıyla devam eder. Her şeye ve herkese rağmen, var olabilmenin zorluğu ve sorumluluğuyla hayatını sürdürebilmeyi öğrenerek mesafe kat eder. Hayatın içinde olumlu ve olumsuz yaşantıların olabileceğini kabul eden kişi, artık daha tutarlı ve sürdürülebilir bir hayat yaşamaya başlayacak; kendisiyle, karşısındaki insanla ve hayatla daha güvenli bir ilişki sürdürmeye çalışacaktır. Yaşayabileceği olaylar ve karşılaşabileceği durumlar beklentileri dahilinde olacağı için ciddi hayal kırıklıkları ve incinmişlikler yaşamayacak; huzurlu, mutlu ve dingin bir hayata yelken açmış olacaktır.
Şanver YEREBAKAN
Klinik Psikolog / Psikoterapist
Paylaş