Paylaş
Önceki yazımızda “Samimiyet iyi olmak değil, hesapsız, çıkarsız, düşünmeden iyiliğe, iyi olmaya koşmaktır. Hatta kişinin, olması gerektiğini düşündüğü şeyi iyi olma kaygısı taşımadan yapmasıdır” demiştik. Bugün de samimiyeti farklı tonlarıyla hayatımızda nasıl yaşadığımızı birlikte düşüneceğiz.
“Samimiyet öyle bir dildir ki; kör de görür, sağır da duyar.” diye ifade etmiş Cemil Meriç. Ne demek istemiştir? Samimiyet tarife ihtiyaç duymaz, ayan beyan ortadadır anlamında olabilir mi? Kanıtları vardır ancak kanıtlanmaya, açıklanmaya ihtiyaç duyulmayandır samimiyet. “Ben senin için bunları yaptım” tadında cümlelerle açıklanmaya başlandığında, samimiyet varsa da bu cümle dile geldikten sonra artık sözde samimi bir ilişki başlamıştır. Sözde olan iyi değildir, kıymetsizdir, bize iyi gelen -kötü de hissedecek olsak- hakikattir. Samimiyetsizlik, gerçekten uzaklaşmaktır ve kötüdür. Gerçek olamayacak kadar güzel anlarda “Sahiden mi?” diye sorar, düşünür, hissederiz ve sahiden gerçek değilse genellikle kötü hissederiz. İşte bu samimiyetsiz olanla, tatsız olanla karşılaştığımız andır. Özetle kanıt yoksa samimiyet yoktur ya da tam tersi de doğrudur; samimiyet yoksa kanıt da (ilişki-emek) yoktur.
Samimiyet yalan söylememektir
Oktay Şılar “Eğer yalan söylüyorsak, en azından 'yalan söylediğimizi' bilmek, ‘gerçeği biliyoruz’ yalanı ile hareket etmekten daha iyidir.” der ve ekler “Yalanın peçesini kaldırdığımızda, gerçeğin çıplak gizemini değil, kendi yüzümüzü görebiliriz sadece.” Bu denklem bizi yine başa döndürür, kendimizle olan samimiyetimize ve aslında kendimize yalan söylememeye. En başta kendimizle hakiki ilişki kurmaya ve bu kanaldan diğerlerine de aynı samimiyetle yayın yapmaya karar vermeye. O kadar da kolay değildir bu. Aile, yakın çevre, ilişkiler, toplum sizi kendiniz olmamak için, kendinizi gizlemeniz, ortaya koymamanız için adeta işbirliği yapmıştır. Tüm bu şartlar altında “Neden ve belki de nasıl doğruyu söyleyeyim ki” gibi hissedebiliriz. Tam da burada kendimizle çelişmek, samimiyetsiz davranmak yerine zor olanı, bize zor görüneni seçip “Kral çıplak” demeyi ve hakikatin, mutluluğun peşinden gitmeyi denemek bizi daha samimi kılabilir, en azından kendimizle ilişkimizde.
Samimiyet doğal antidepresandır
Yanında kendiniz olabildiğiniz kişilerdir samimi olduklarınız. Bıraktığınız, düşünmediğiniz, zorlamadığınız, korkmadığınız, düşmekten, kaldırılmamaktan, yargılanacağınızdan ve hiçbir şeyden… Sadece kendiniz olduğunuz, aktığınız ilişkilerdir samimi ilişkileriniz. Bu yönüyle samimiyet, terapötik bir etkiyle iyileştirir bizi, adeta doğal bir antidepresan işlevi görür ve iyi gelir ruhumuza, korur kollar bizi.
Samimiyetini kaybeden kendini kaybeder
Kendini sevmeyenin başkalarını (ötekini) sevmesinin çok zor olduğunu daha önce paylaşmıştık. Samimiyette de öncelikli olan kişinin kendine samimi olabilmesi, kendiyle muhabbetini sürdürebilmesidir. Kişi, sorun yaşıyorsa kendiyle ilişkisinde ve kendini kandırıyorsa, yok sayıyor, bastırıyor, erteliyorsa işi zordur diye düşünebiliriz. Bu zor işi, eğer kişi şanslı ise yaşam kendisine ilişkilerini düzenleme, temize çekme ya da bir terapi karşılaşmasında onarma imkanı sunacaktır, değilse kişi kaybedecektir hem samimiyetini hem de kendini. Samimiyet kendin olabilmek ve kalabilmektir. Kaybetmek kötüdür ancak daha kötüsü kaybının farkında olmamak, kaybetmeye devam etmek, tükenmek ve hiçe, hiçliğe gitmektir. Bu bağlamda kişinin kendiyle olan ilişkisini samimiyeti, kendiyle olan samimiyeti belirler diyebiliriz.
Kendiyle öteki ve seçimleri arasında çatışma yaşayan kişi, neyi seçerse seçsin, genellikle tatsız bir duygu ile baş başa kalır. Bu duygu, samimiyet sınavının verildiği anlarda kişiyi esir alır, bocalatır, yorar. Başkalarına samimi olduğunda ise kendine samimi olamamanın huzursuzluğunu yaşar kişi ya da tam tersini. Ne yapsa olmayacak gibi hisseder ancak ne zaman ki “olduğu gibi olmanın” ve bunda bir yanlış olmadığının onayını “tek başına ve yalnızca kendi” verebildiğinde kendine samimi olabilmenin huzurunu ve kararlılığını yaşayabilir kişi.
Paylaş