Paylaş
Neyin psikopatoloji, neyin barışılarak bir yaşama üslubuna dönüşebilecek bir karakter özelliği olduğunu tartmak, bir psikoterapi sürecinde en hassas olunması gereken konulardan biridir.
İskender Savaşır
Neyin tutulması, saklanması, bırakılmaması sorun (psikopatoloji), neyin bırakılmaması yaşamın, gelişimin bir sırası, parçası bunu ayırt edebilmeliyiz. Hepimiz bir şeyleri biriktirebiliriz. Evimizde ve ruhsal evimizde (içimizde) biriktirdiklerimiz faydalı, işlevsel, bizi besleyen şeylerse bu sağlıklı bir durumdur. Ancak; tarihi geçmiş, işe yaramaz, çöp hale gelmiş, bize zarar veren, taşımak, tutmak ve saklamakta zorlandığımız şeylerse biriktirdiklerimiz işte burada zarar görmeye ve belki de istemeden kendimize zarar vermeye başlıyoruz. Biriktiriyorsak, farkında olmadan içimizde, ruhsallığımızda biriktiriyorsak bu çok açık “içimize atıyoruz” demektir. Peki, içimizde birikenlerin, içimizi neyin koleksiyonuna dönüştürdüğünün ne kadar farkındayız? İçimiz, kır çiçekleriyle bezeli yemyeşil bir bahçe mi yoksa kara bulutların dolaştığı, stresin ve karmaşanın esaretinde çıkmaz bir sokak mı?
"Sustuklarımız büyür içimizde…"
İçsel (bilinçdışı) ya da dışsal bir sorun karşısında başa çıkmakta zorlanmamız ya da zorlanacağımızı düşünmemiz kaynaklı harekete geçen “bastırma” savunma mekanizması da istemeden biriktirmemize neden olur. Bu birikenleri şanslıysak; terapide, rüyalarda, şakalarda, sakarlık ve kazalarda, dil sürçmelerinde fark etmemiz mümkün. Değilse psikosomatik rahatsızlıklar olarak karşımıza çıkıp kendilerini belli etmekte ve yaşamımızı zorlaştırmakta.
İçimizde istiflediklerimiz ruhsal alanımızı, içimizi daraltır, nefes aldırmaz bize, boğuluruz
İnsan canlısının gelişiminde 1-3 yaş arası evredeki, dışkı ve dışkılama alışkanlıkları/eğitimiyle konumuzun doğrudan ilgisi bulunuyor. Bu dönemde çocuk, ebeveynle tuvalet alışkanlığı konusunda bir çatışmaya girer ve bu çatışmanın nasıl yönetildiği/çözüldüğü karakter/kişilik gelişimimizde önemli bir rol oynar. Kabaca söylersek; çocuğa katı bir tuvalet eğitimi verildiyse, bu dönemde çok zorlandıysa, ısrarcı olunduysa, kakasını tutma ve bırakma konusunda aşırı bir üzerine gitme yaşandıysa bu çocuğun ruhsal gelişiminin, karakter özelliklerinin bu zorlanmalar etkisinde şekilleneceği neredeyse kaçınılmazdır. Evet, çocukluk yaşantımız, ruhsal gelişimizin inşasında en önemli dönem. O dönem yaşadıklarımız bizi ‘ünlü, başarılı’ ya da sadece hobi amaçlı koleksiyonları olan biri de yapabilir, pekâlâ işe yaramaz şeyleri evimizde ve ruhsal evimizde (içimizde) biriktiren ‘önemsiz’ bir istifçi de yapabilir.
Neden ve neyden ayrılamıyoruz?
Örneklersek; bu tür kişilerin elindeki, içindeki bir şeyi bırakmakta zorlanan, vermekte, paylaşmakta, içini açmakta zorlanan, katı kuralları olan, hayatı kendine ve çevresindekilere zorlaştıran kişilere dönüşebileceğini düşünebiliriz. Yani; ‘güçsüz’ konumdayken bedenimizden, içimizden ‘zorla’ alınanı; artık ‘güçlü’ konumdayken istesek de ‘kolaylıkla’ veremeyiz, bırakamayız, zorlanırız. 2 yaşındaki çocuk için değerli ya da kötü, pis olanın yerini yetişkinlikte para, pul, antika, sorun, stres, mutluluk almıştır. Çocukken bırakılmasında zorlanılanın ruhsal değeri istemeden yetişkinlikteki meselelere bulaşmıştır. Bu tutma, bırakmama, elletmeme hali başarımızın, mutluluğumuzun kaynağı da olabilir ancak ya bırakamadıklarımız, tuttuklarımız nedeniyle içimiz öfke, pişmanlık, kızgınlık ve kötü şeylerin koleksiyonuna döndüyse?
Koleksiyonculuk, antikacılık, istifçilik…
Koleksiyon: Öğrenme, yarar sağlama veya zevk amacıyla bir araya getirilmiş ve özelliklerine göre sınıflara ayrılmış nesnelerin bütünü, derlem (TDK)
Antika: Tarihsel bir döneme ait olan, eski çağlardan kalma eser (TDK)
İstif: Eşya veya başka nesnelerin düzgün bir biçimde üst üste konulmasıyla oluşan yığın (TDK)
Antikacılık ve koleksiyonculuk çok iç içe ve birbirini tamamlayan uğraşlar. Başlangıçta sadece ilgi duydukları, merak ettikleri şeyleri biriktirmeye, araştırmaya başlayan kişi zaman içinde bunu derinlemesine yapmaya başlar ve koleksiyonerliğe de hızlı bir giriş yapmış olur. Koleksiyon denince aklımıza ilk neler gelir? Biriktirmek, saklamak, temizlemek, düzenlemek, sergilemek, göstermek ama onlara dokundurmamak, uzaktan ya da sadece korunaklı bir şeyin içinden bakılmasına izin vermek. Böyle düşününce başlığımızdaki ‘biriktirmek’ meselesiyle ilgili çağrışımlarınız sanırım gelmeye başladı bile.
Ruhsal gelişim ve beslenme
‘Ben dediğimiz şey kaybetmek zorunda kaldıklarımızın enkazından ibaret’se koleksiyonculuğu, ruhsallığımızın yeniden bir inşa, yaratım, iyileştirme süreci olarak düşünebiliriz. Koleksiyon yapmak bize ne sağlar?
• En başta bize hobi olarak haz verir ya da acıdan uzaklaşmamıza imkân tanır.
• Ruhsal kazançları vardır; hoş vakit geçirme, benliği yeniden inşa, tamamlanmış hissetme.
• Saygınlık, statü kazandırır; diğer insanların gözündeki değerimiz değişir.
• Kontrol duygumuzu destekler; tutma, bırakma, biriktirme, temizleme, tasnifleme ile.
• Tamamlanma duygusuna hizmet ederek kendimizi gerçekleştirme yolunda motivasyon sağlar
Antik bir nesne ya da bir antikacı dükkânı pekâlâ bizi zamanda bir yolculuğa çıkarabiliyorsa; antikacı/koleksiyoncu bir kişi için zamanda yolculuk “bağımlısı” tanımı yapabiliriz. Burada olmak, şimdide, anda olmak kesmez bu kişileri ve zamanda yolculuğa çıkar, hep.
Kim ruhsallığında neyi telafi etmek istiyorsa onu topluyor, bırakamıyor
Neyin koleksiyonunu yaptığımız; bizle, neye dönüşmek, ne olmak, neye sahip olmak istediğimizle ilgili ipuçları verebilir? Para, sanat eserleri, el yazması kitaplar, özel taşlar… Bunlara sahip olmak bizim için ne anlam ifade ediyor? Koleksiyon ve koleksiyonculuk; ruhsal boşlukları doldurur, anlam arayışlarımıza cevap olur, güvende ve güvenli hissetmemizi sağlar. Sigorta gibi, garanti gibi, piyasa değeri çok yüksek değerli bir taş gibi… Tabi bir tarafında da antikacılık var bunun, antika nasıl ki eski dönemlere, çağlara ait bir şeyse koleksiyon da eskiye, maziye yani çocukluğumuza ait bir şey. Büyümemizi, yaşlanmamızı durduramayız belki ama eskiye ait şeyleri dondurabilir, saklayabilir ve onlarla yaşayıp yaşamımızı zenginleştirebiliriz. Tıpkı uzun ve güzel bir tatil dönüşü gittiğimiz yerden getirdiğimiz magnetler ya da deniz kabukları gibi. Böylesi elbet sağlıklı bir durumdur ancak ne zaman ki kişi için yaşamın anlamı sadece koleksiyon oluyor, ilişkileri sekteye uğruyor yaşam kalitesi, işlevselliği bozuluyor o zaman bir sorundan, patolojiden bahsedebiliriz.
Yük hissediyorsak, belimiz, boynumuz, başımız ağrıyorsa bir düşünelim
Sorumluluklarımızdan şikâyetçi olduğumuz dönemlerde kendimizi ezilmiş, sıkılmış, sıkışmış, bunalmış, yorulmuş, nefes alamaz hisseder bulabiliriz. Bunun en önemli nedeni sorumluluklarımızı ‘yük’ gibi hissetmemizdir. Sorumluluk meselesinde yaşadığımız ‘zorluğu’ tarif için yükün ‘taşınan bir şey’ anlamını düşünelim. ‘Sorumluluklarımız taşıdıklarımızdır’ diyebiliriz. Peki, tersi de doğru mudur? ‘Taşıdıklarımız sorumluluklarımızdır’. Her zaman değildir. Market alışverişlerimizi ya da evlerimizdeki eşyaların, kıyafetlerimizin ‘ne kadarı’ ihtiyacımız diye düşündüğümüzde –çoğumuz için- birçoğunun ‘fazlalık’ olduğunu görebiliriz. Bu bağlamda ‘taşıdıklarımız’ın tamamını da asli ‘sorumluluklarımız’ olarak düşünmemiz hata olacaktır. Yük hissetme meselesi biraz da buradan kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda gelin, bugün taşıdıklarınızın bir listesini çıkarın ve karar verin hangisi gerçekten ihtiyaçlarınız ve taşımanız gerekenler?
Kendini tanımak ve yeniden doğurmak mümkün mü?
Sokrates “Kendini tanımak demek hayran hayran kendini seyretmek demek değildir. Onu arayıp bulmak demektir. Bu nedenle insanın hem ne olduğunu hem de ne olması gerektiğini araştırmasıdır; Nasıl düşüneceğini, nasıl yaşayacağını, nasıl mutlu olacağını kendine sormasıdır.” diye ifade etmiştir. Peki, nasıl arayacağız ve tanıyacağız kendimizi? Sanıldığı kadar kolay değildir bu. İçimizde saklanmış, unutulmuş, masum, üzgün bir çocuk bulmayı beklerken karşımıza; bastırdığımız karanlık tarafın hayaletleri ve karabasanları çıkabilir. Buz dağının görünmeyen kısmı, madalyonun öbür yüzü düşündüğümüz gibi çıkmayabilir. Bu nedenle bu yolculuğa rehbersiz, kılavuzsuz ve belki terapistsiz çıkmak sağlıksız ve önerilmeyen bir yoldur. Aksi durumda değişim karşısında zorlanabilir ve dirençli bir yapıya bürünebilir, defansif davranıp, durmaya ve belki gerilemeye, kötüleşmeye de geçebiliriz. Bu hayatta aslolan; sahip olduklarımız değil, kendimizi tanımamız, kendimize yetmemiz, gerçekçi olan ihtiyaçlarımızın ve sınırlarımızın farkında olabilmektir.
Kendini yeniden doğurmak metaforu; doğumun getirdiği yenilik, yabancılık, çaresizlik gibi tüm iyi ve kötü duyguları yeniden yaşayıp, yolunu, yönünü yeniden kendin çizmek ve karar vermektir. Olgunlaşmak, büyümek, artık kendi başını kendin okşayarak sakin kalabilmek ve yatışabilmektir. Hayatla ve kendinle barışabilmektir…
Biriktirmemek için; kendimize karşı nasıl daha merhametli olabiliriz?
• Kendinizi sevin, yargılamayın, eleştirin.
• Eleştirirken duygularınızı tanımlayın. Neyi, hangi duyguyla yaptığınızı anlamaya çalışın.
• Kendinizi suçlamayın, anlamaya çalışın. Duygularınızı fark etmeye çabalayın.
• Kendinizi olduğu gibi kabul edin. Kendinize karşı da duyarlı, anlayışlı ve nazik olun.
• İyi hissetmenize hizmet edecek şeyler ve kişilerle ilgilenin.
• Hatalarınız, başarısızlıklarınız karşısında kendinize karşı adil ve yapıcı olun.
• Tahammül etmeyi öğrenin. Tahammül becerilerinizi geliştirmeye odaklanın.
• Problem çözme becerilerinizi geliştirin.
• Duygu yönetimini öğrenin. Tolere bir yaşam nasıl olabilir öğrenmeye çabalayın.
• Yalnızlıktan kaçınmaya, kendinizi yalnız bırakmamaya özen gösterin.
• Yardım isteyin ve yardım isteme, talep etme becerilerinizi geliştirin.
• Tüm bu süreçleri; gelişim, değişim ve dönüşümünüz için bir fırsat olarak görün.
Son söz yerine Ahmed Arif’e kulak verelim: "Kendine iyi bak. Bir daha hiç bir ana doğurmaz seni."
Paylaş