Paylaş
Hedefim; danışanımın bir konudaki değişimi, dönüşümü ve farklılaşması için filmin, sürecimizi hızlandıracak, kolaylaştıracak bir metafor imkanı sunması olur. Genellikle de şaşırtıcı biçimde bunun işe yaradığını görürüz. Bazen kişinin önceden izlediği filmi terapi sürecinde yeniden izlemesi bile çok farklı deneyimler sunabiliyor. Aynı film farklı kişilere, farklı zamanlarda, farklı mesajlar verebilir.
Peki, değişebilir ve değiştirebilir miyiz?
Psikiyatr Kültegin Ögel; “Sinema hayatımızın içinde. Hayatımız da sinemanın. Bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçer hayatımız. Kimi zaman da hayatımız bir film gibi. Bazılarımız kendinden çok bir film kahramanını oynar. Film kahramanları da onun hayatını. Sıradan veya sıra dışı pek fark etmez. İnsanlar ve hayatlarıdır filmlerin konusu. İnançlarımız, hayata bakış açımız, acılarımız hep sinemada yer bulur.” diyerek özetlemiştir sinema ve hayatımızın içi çeliğini.
İnsan ve ilişkiler hep bir değişim dönüşüm içinde. Hayatlarımız da öyle. Değişim için gerekli olanları, izlediğimiz bir film aracılığıyla pekâlâ içselleştirebiliriz. Sinemadaki karakterler ve yaşantıları üzerinden kendimizle konuşur, hedefler koyarız, pes ederiz, affederiz, isyan ederiz, kabul ederiz, vazgeçeriz ve daha birçok duyguyu yaşar, kararlar alırız. İzlediğimiz film, karakterler ve hikâyesi bize güç verir, harekete geçirir bizi.
Bazı filmlerden örnekler verecek olursak; Av Mevsimi filminde Ferman, “Yeni bir şeyler görebilmek için her zaman bir aralık vardır” derken umut olur bize, pes etmemeyi, bir ışığın her zaman olabileceğini öğütler.
Mustafa Hakkında Her şey filminde “Geçmiş bazen hatırlamak istediğin gibidir” diye bir replik geçer ve bize hafızamıza çok da “güvenmemiz” gerektiğini hatırlatır sanki.
Shawshank Redemption filminde "Umut iyi bir şeydir, belki de en iyisi. Ve iyi şeyler asla ölmez." der Andy Dufresne. Umudun ne kadar kıymetli ve tükenmez bir değer olduğunu hatırlatır ve filmin finalinde de karakterin kurtuluşu ile bize bunu ispatlar adeta.
Yine Leon filminde; “İntikam iyi bir şey değil Mathilda. İnan unutmak daha iyi” der Leon küçük kıza. Unutmanın ne kadar iyileştirici ve dönüştürücü bir güç olduğunu gösterir bize.
Saw filminin John Kramer’i ise “Evet, rahatsızım. Beni içten içe yiyen hastalıktan rahatsızım. Ellerindekinin kıymetini bilmeyen insanlardan rahatsızım. Başkalarının acılarını önemsemeyenlerden rahatsızım. Hepsinden rahatsızım.” sözleriyle isyanına ortak eder izleyiciyi. Yaşam felsefesini, hikâyesini içselleştirmemize imkân sağlar.
Psikanalist Yavuz Erten, Karanlık Odadaki Suretler kitabında sinemanın, beyaz perdenin bilinçdışımızı nasıl harekete geçirdiğini, sinema aracılığıyla zamanın ruhuyla, kolektif zihin hareketleriyle, insanlığın bilinçli ve bilinçdışı (bastırılan, bastırılmak zorunda kalınan) meseleleriyle nasıl etkileşime geçtiğimizi detaylı biçimde farklı -gerçek- hikâyeler üzerinden anlatır.
Kendini tanıma yolculuğu için sinema
Kendine soru sormasıyla başlar kişinin kendini tanıma süreci. Ben kimim? Hiç de kolay değildir bu soruyu cevaplamak. Kendini hem yargılamak hem de bu yargılama sürecinde merhameti elden bırakmamak o kadar da kolay değildir. Sancılı bir süreçtir. Kendini tanıma yolculuğumuzda sinema, bize iyi ve yumuşak bir eşlikçi görevi üstlenebilir. Sinema; kişinin kendine, kendini yaratım sürecine, kendinin parçalarına, bütününe ve ayrı ayrı ruh hallerine karakterler ve hikâye üzerinden geniş perspektiften bakma imkânı sunabilir. Her filmle yeniden, kendimizin farklı versiyonlarıyla tanışırız.
Günlük yaşamı temize çekme imkânı
Filmlerle birlikte duygularımızı ve günlük yaşamımızı temize çekme imkânı buluruz. Birazcık geçmiş izleme deneyimlerinizi gözden geçirdiğinizde bunun nasıl işlediğini kolaylıkla fark edebilirsiniz. Dizi ya da film izlemek istediğimizde, acaba hangi filmi neye göre seçiyoruz o anda? O andaki duygusal ihtiyaçlarımız, kaygı ve korkularımız, mutluluk ya da mutsuzluklarımız ne kadar etkilidir bu süreçte? Neye göre dram veya komedi izlemek istiyoruz? Böyle baktığınızda, düşündüğünüzde sinemanın, dizi ve filmlerin ruhsallığımızın akordu için harika bir imkân olduğunu görebilirsiniz. Günlük yaşamımızı, streslerimizi, kaygı ve korkularımızı, arzularımızı temize çekmek için sinema müthiş bir aralık sunar bize.
Unutmak ve hatırlamak
Sinema aracılığıyla, hatırlamak istemediklerimizi unutabilir ve unuttuklarımızı hatırlama imkânına kavuşuruz. Örneğin, filmdeki karakterin gittiği bir çocukluk anısı, karakterle yoğun özdeşleşmeniz sonucu sizi de bir anda çocukluğunuza alır götürür. O yaşlardaki deneyimlerinizi anımsarsınız. Üzülürsünüz, mutlu olursunuz, korkarsınız, arınmış hisseder belki gerilirsiniz. Ve filmin sonunda karakterle birlikte kendinizin de değiştiğini fark edersiniz.
Sinema, bize yalnız olmadığımızı hissettirir
Sinema bize yaşadığımız sorunlar, hisler, arzu, kaygı ve korkular karşısında yalnız olmadığımızı gösterir. Yaşadıklarımızın yalnız bizim başımıza gelmediği konusunda iyi bir referans sunar. Yalnız olmadığımızı bilmek bize iyi gelir. Çaresizlik ve umutsuzluk duyguları yerini ümide bırakmaya başlar. Değişimi başlatmak için karanlığın içinde yakılan bir fener ya da düştüğünüz yerden kalkmanıza yardım etmek için uzanan bir el gibi işlev görür sinema.
Sinema öğretir ve iyileştirir
Sinema aracılığıyla; hayatı, ilişkileri, meslekleri, düşüp kalkmayı, pes etmemeyi ve daha birçok şeyi yaşamamız gerekmeden öğrenebilir, içselleştirebiliriz. Aynı şekilde; filmler, karakterler, olaylar aracılığıyla öğrenebilir, farklılaşabilir, yeni bakış açıları kazanabilir ve hatta iyileşebiliriz. Öznel algımız film izlerken, karakterler ve hikâyeyle temasa geçer ve hikâyeyi kendi dünyamızda farklı biçimde yeniden yaşarız. Filmdeki karakterlerin yaşadığından çok farklı duygular hissedebiliriz. Yaptıklarına kızabilir, sevinebilir, üzülebiliriz. Karakter üzerinden iç sesimizle kendimizle tartışmaya gireriz, kendi karanlık taraflarımıza karakterler aracılığıyla sanki bir rüyadaymış rahatlığında yolculuk yaparız.
Travmatik süreçlerin atlatılmasında hatırlamanın yani yüzleşmenin ve yasın yaşanılmasının önemini vurgulayan Judith Herman; iyileşmeyi üç evrede ele almaktadır: “Birinci evrenin ana görevi ‘güvenliğin tesis edilmesi’dir. İkinci evrenin ana görevi hatırlama ve yastır. Üçüncü evrenin ana görevi olağan hayatla yeniden bağ kurmaktır.” Sinema da güvenli bir ortamda; hatırlama, yüzleşme, yas, yeniden yaşantılama ve yeni ufuklar, ilişkiler geliştirme imkânı sunarak bizi iyileştirir.
Kişi izlediği filmdeki karakterle özdeşim kurar ve onun davranış, düşünce biçimleriyle kendilerininkini kıyaslamaya, kendi iç dünyasını incelemeye başlar. Karakterle benzer problemleri yaşayan kişi, filmle birlikte bastırdığı, fark etmediği iç çatışmalarını açığa çıkarır ve arınmaya doğru bir yolculuğa sürüklenir. Özdeşim kurduğu karakter üzerinden kendi problem çözüm yöntemlerine bakarak yaşamıyla kıyaslamalara ve değişikliklere gitme kararı alır, yeni ve farklı yollar denenebileceğini, bulunabileceğini görür. Tam da bu nedenle başlığımızdaki sorunun cevabı evettir. Hayat, bir filmle değiştirilecek kadar basittir…
Paylaş