Paylaş
Yaşlı bir bey, sabah erkenden evinden çıkmış bir bisikletlinin ona çarpması ile yere yuvarlanıp yığılmış.
Sokaktan geçenler yaşlı beyi alıp en yakın sağlık kurumuna götürmüşler.
Adamcağızın yarasına pansuman yapılmış, önemli bir şey görünmediğini ama yine de tedbir amaçlı bir röntgen çekilmesi gerektiğini söylemişler. Yaşlı bey huzursuzlanıp telaşlanmış ve kalamayacağını, yetişmesi gereken bir yer olduğunu söylemiş.
Hemşireler sağlık kadar hiçbir şeyin daha önemli olmadığını söylese de “Karım huzur evinde kalıyor, her sabah kendisiyle kahvaltı ederim, geç kalmak istemiyorum” demiş.
“Eşinizin siz gecikince endişeleneceğini mi düşünüyorsunuz” demiş hemşire.
Adam üzgün bir ifade ile “Ne yazık ki karım Alzhemier hastası ve benim kim olduğumu bilmiyor” demiş.
Hemşireler, “Her sabah ona rağmen mi gecikmeden gitmeye çalışıyorsunuz?” dediklerinde, adam buruk bir sesle “Ama ben onun kim olduğunu biliyorum ve hiç unutamıyorum” demiş.
Aslında bu hikayeyi dinlediğimde hayattan çok fazla şey bulduğumu söylemeden edemeyeceğim. Babası şu anda 60 yaşında, hafızasını beynindeki tümörler yüzünden zaman zaman kaybeden bir babanın kızıyım ben ve annemi kaybettikten sonra babama hep, “Dilerim hiçbir şeyi unutmazsın” diyen.
Hayat bu… Ona unutturdu, bana unutturmadı.
Aslında unutmamak güzeldir diyorum. Kime göre, neye göre derseniz, herkesin işine geldiğine göre…
Etrafım geçmişini unutmak isteyenlerle dolu. Kimisi bana göre en güzel anılarını yaşadığı iki göz odasını hatırlamıyor, konuşmak dahi istemiyor; kimisi her şeyini çok iyi bildiğini sandığın, her şeyini anlattığın dostun sandığın, üvey erkek kardeşini ve babasının ilk evliğini hatırlamak istemiyor. Kimi geçmiş biten evlilikleri, hiç yaşamamış saydığı ilişkileri, arka arkaya sıraladığı yalanları unutmak istiyor.
Ne bileyim işte, galiba en unutmak istemediğim, beni ben yapan geçmişim diyorum ve sıkı sıkı sarılıyorum, ranzada kardeşimle yattığımız tek odaya, asansörsüz her gün çıkıp kapıların önünden çıktığım merdivenlere... Hatta geçen gün çok özlediğim için ziyarete gittiğimde apartmanda “Hey bennn geldim, açın kapıları” diye bağırasım geldi. Bir baktım ki daire sahipleri değişmiş, bağırsam deli zannederler. Benden de, anılarımdan da onlara ne, kimse kimseyi bilmez ki…
Bazen annemin yeni diktiği elbisemle incir ağacında takılı kalıp yırtıldığındaki üzgünlüğümü, bazen kardeşim doğduğunda eve dönerken geçit altından alınan ilk bisikletimi, bazen çok kocaman sandığım ama aslında bugün baktığımda küçücük olduğunu anladığım evin balkonunu, saraylardaki kadar kocaman sandığım kristal avizeyi, acayip değerli olduğunu düşündüğüm eski olan her şeyi yani resimleri, mektupları, notları, kokuları, bütün eşyaları… Annemin ödünç verdiği ve bir daha hiç geri gelmeyen eşyalarımızı, bir küçük sehpayı, bir tahta kutuyu, ilk şemsiyemi, annemin kol saatini ve evde içinde kurumuş gül olan kocaman grappa şişesini.
Hiçbirini unutmadım.
Mesela bu satırları aslında bu eşyaları alanlar ve vermeyenler okusun diye yazıyorum.
Tam 40 yaşıma gireceğim bu sene, o üç beş eski püskü değersiz gibi görünen yanıp tutuştuğum eşyalar benden onlara işte şimdi hediye. Onlara da üzülmekten vazgeçmişim en sonunda, eşyalar bende değil ama kalbimde, tek sıkıntılı yanı alanların bıraktığı izleriyle…
O vakit, “Unutmak gerçekten güzel bir şey olsa gerek” diyorum. Hastalık dışında hafızasından her şeyi silebilen bir gamsızlık hastalığı var ya, belki de ömürlerine ömür katıyorlardır, vicdan da yanlarına armağanı.
Ben konuşamayan, duyamayan, anlatamayan, herkesin geçmişi öyle ya da böyle anlayamadığımız bir şekilde belki sesler, belki kokularla yine de anımsadıklarına inanmak istiyorum. Bu da bana gamsızların bile her ne kadar unutmak istese de yaşanmış hiçbir şeyi unutamadıklarını, sadece mış gibi yaptıklarını düşündürüyor.
Onların adı: ‘Gamsız’
Gamlıların hiçbir zaman anlayamayacağı…
#herşeyaşktan
Özlen ben…
Paylaş