Özlen Çopuroğlu
Özlen Çopuroğlu
Özlen Çopuroğlu

Rüzgara fısıldarım...

Aramızda hala ruhlarının dolaştığına inandığım Kayseri Talas’taki üç kuzuya, sonra Serpil Öğretmen’e ve Özgecan’a ve adnı bilmediklerime… Öperiz yaralarınızdan, ateş düştüğü yeri yakar, biliriz.

Haberin Devamı

Alıp götürsün diye ama bilirim hiç götürmez savurur… Götürmez, getirip önüne bırakır, düştüğü yerde ateş hiç sönmez...
Ne Özgecan’a ne 7 sene önce Ümraniye’de annesi ile kaçırılıp annesine ve kendisine tecavüz edilip yaklaşık 100 yerinden bıçaklandığı yazılan ana aokulu öğretmeni Serpil’e ne de 1,5 sene önce Ramazan Bayramı’nda Kayseri’de şeker toplamak için çıktıkları evlerine bir daha dönmeyeni yine önce tecavüz edilip sonra öldürülen iki kız, bir erkek çocuğuna ve yüzlerce daha kız çocuğu, oğlan çocuğu ve kadına.

Tacize uğrayan erkek de olsa, yine de bir kadın tarafından değil başka bir erkek tarafından oluyor. İş dönüp dolaşıyor, önce adam olmaya sonra insan olmaya geliyor. Kayseri’deki katilin sözünü unutamıyorum. ‘Dilrubanın çırpınışını unutamadım’ demişti. Ahmet 9, Dilruba 6, Türkan 11 yaşındaydı. Ben siyah beyaz severim ama onların resmini siyah beyaz koymak istemedim. İnsanoğlunun en çok çocukken rengarenk olduğuna inanıyorum ve en çok renklerin o zaman yakıştığına. Zamanla solarız, renkler pastelleşir. Bu yüzden 50-60 yaşlara gelmiş hala canlı renkler giyebilen mesela kırmızı elbise giyebilenlere gıpta ile bakarım yaşama sevinçlerine, hayata tutunuşlarını hatırlatır bana.

Haberin Devamı

Bugün Özgecan için siyah giyilecek, sıkıntı yok. Dolabımda her şey siyah, beyaz ya da gri zaten. Ben hep siyahlı giyinirim çoğunlukla simsiyah.

Rüzgara fısıldarım...

Ve bu fotoğrafa bakıyorum... Yahu yürek nasıl taşır bunları dediğim an, buz kesiyorum ve yıllar önceye gidiyorum, işte bundan sonrası basacağım her klavye tuşu ağırlaşıyor parmaklarımın ucunda, kan akışım bile değişiyor sanıyorum.

Niye sanıyorum biliyor musunuz? Gözlerimi kapadığımda politika, parti, kadın hakları, erkek nefsi, köyler, kasabalar, şehir, istemediğin halde birinin vücuduna dokunması ve en kötüsü de ses çıkaramadığını düşünmek… Kulaklarım uğulduyor, içim dalgalanıyor dalga dalga bir an da olsa… Dalgalar o an boyumu geçip yutuverecek sanıyorum, sonra bakıyorum sadece yanılsama. İşin bir şiddet ve tecavüz boyu var, ırza geçip işkence yapma boyu ve cinayete kurban gitme, bir de yakın akraba ya da tanıdık tarafından taciz boyutu var çok sessizce...

Haberin Devamı

Biri ani ölüm ve çok acı, dakikalar süren ve kötü biten.

Bir diğeri sessiz, yaşadığın sürece bitmeyen, bir ömür süren, o gitse de senin bildiğin ve unutmadığın türden.

Diyeceğim o ki tecavüz gerçekten kurban olmak, kurban edilmek, kurban seçilmek. Sonu sapıksa ölümle biten, büyük bir felaket.
Taciz, önce susmayı öğrendiğin, yıllar sonra susmamayı öğrendiğin, sonra yine susmayı öğrendiğin, sonra yine susmayı öğrendiğin, ne zaman neyi söyleyeceğine karar veremediğin uzunca bir süreç.

Niye bu söyleme çabası peki?

Gizli kalmasın diye…

Ben bu dünyada bir aniden olup biten acı olayların, felaketlerin olduğuna, bir de insanların omuzlarında tek başına, yüklendiği ve onla büyüdüğü sessizce hayat boyu taşıdığı olayların olduğuna inanırım.

Haberin Devamı

Dön dolaş, kimse kimsenin yaşadığını bilmeze gelirsin, her şeyini bildiğini sandığın insanın bile.

Orasını burasını kaşıyıp ‘Kadın dediğin kendine bakacak abicim’ lafına uyuzum.

Reddedildiğinde ‘Sana kız mı yok oğlum’ olur?

Erkek çocuklar azıcık fazla şaklabanlık yapsa ya da çok dans etse karı gibi kırıtma demek dillere pelesenk olur.

Hayat boyu dişilere yüklenen onca laflar bitmez, tükenmez.

İşine gelince yuvayı dişi kuş yapar olur, işine gelince dişi köpek kuyruk sallamayınca olur.

Olur da olur...

Kadın kısmı az konuşur mesela.

9 yaşında torununa bakıp tahrik olan dedeler var bu dünyada, yanağını öpersin beğenmez, bacaklarının arasına sıkıştırıp dede öpücücü ver der anlamazsın mesela... Nerden mi biliyorum, tanık olduğum gerçek bir hikaye, iki çocuk ve bir dede.

Haberin Devamı

Onlar da insanı katil eder işte, İçindeki öldürme isteğin o yaşlarda bileniverir. Her gece başucuna konulan midesi ağrıyor diye içmesi gereken sütünün içine evde ne bulursan iksir gibi koyup karıştırırsın çocuk aklınla, öleceğinden çok emin şekilde hem de. Hem eğlenirsin hem heyecanlı gelir hem de korkarsın... Gariptir.

Bakarsın ölmemiş hem üzülürsün, tühh be ölmedi diye ama aslında sevinirsin bir insanı öldürmedin, katil olmadın diye. Çocukluk böyle bir şey işte.

Meğer o zaman öğrenirmişsin bu hayatta ol deyince olduğunu hereyin,ama şimdi anlarsın.

En kötü gaz, ishal, baş ağrısı, mide bulantısı olur geçer.

Sonra bir gün eceliyle kanserden ölür, gözünden tek damla yaş gelmez bu kızların, gülme krizi hatta.

Haberin Devamı

Papara, azar gırla. Evin güya her bokunu bilen yaşlı büyüklerinden yerler azarı, ağlanmaz ayıp be diye... Ne ayıbı yahu demeyi beceremezsin o yaşlarda.

Yine de ağlamazsın. Azarsa azar, ağlamadım ya ohhh diye böbürlenirsin içinden.

Karakter dediğin şey o yıllarda oturur işte bence. Gördüğünü görürsün, duyguduğunu duyarsın, mış gibi asla yapamazsın.

Şimdi ‘edep yahu’nun gücünü biliyorum ama.

Onların cenneti bizim cehennemimiz.

İnadına yaşamayı öğrenirsin, alayına isyanı…

Allah’tan başka bir şeyi tanımam der, ayağını öyle basarsın yere.

Düşersen kalkmayı, kırılsan da eğilmemeyi, susmayı, masaya elini vurup bir çırpıda silmeyi…

Sonra...

Her şeyi içine atmayı en iyi bilirsin.

Ve oradan hiç çıkartmamayı…

Öyle güzel gülmeyi öğrenirsin ki inanırlar.

En saçma mevzuya bazen o kadar ağlarsın ki yahu sen ne derinsin derler, hatta sevdiğin ağlamayı bile yakıştırır sana, kıyamaz güya…

Bazı çocuklar gözlerinde tanır birbirlerini, yaşı kaç olmuş olursa olsun.

Bu yüzden kızımı da oğlumu da yetiştirirken ‘namuslu’ olmak diye bir kavramı asla öğretmeyeceğim, asla dayatmayacağım, asla eğitmek için ağzıma almayacağım, bugüne kadar da almadım. Namustan bahsedenlerden korkmayı öğrenmişimdir belki.

Namustan çok daha önemli bir şey var bu hayatta, ‘ahlak’ ‘güzel ahlak sahibi olmak.’

İşte o varsa içinde her şey vardır, gerisi Allah’a emanet.

Nazım Hikmet’in dediği gibi ‘Sen bakma havanın durgun olduğuna derya dediğin uyur uyur uyanır.’

Özlen ben;

‘Susmak güzeldir, yazmak daha da güzeldir’ diyen...

Nerde susulup nerde yazılacağını bilen, o olaya şahit iki kızdan biriydim ben.

Aile bağlarının, kan bağının hayattaki en önemli bağ olmadığını öğrendiğim zamanlardır, yok tacize uğramadım ama en dedesini gördüm evelallah!

Özlen ben;

Annem öldüğünde ‘Nerde benim kalemim’ diyen, bir daha da bırakmayan.

Şu her doğruyu yazdığımda panik olup gönül koyanlara sözüm, eğri olmayın ya da razı olun. Duymak istemediklerinizi kulaklarınızı kapasanız da vicdanınız size içerden bas bas bağırır, rahat olun, ona da tıpa takarsınız artık.

Rüzgara fısıldarım...

Aramızda hala ruhlarının dolaştığına inandığım Kayseri Talas’taki üç kuzuya, sonra Serpil Öğretmen’e ve Özgecan’a ve adnı bilmediklerime… Öperiz yaralarınızdan, ateş düştüğü yeri yakar, biliriz.

Bilir misiniz dünya dönse de unutmayız sizi, unutamayız, hiç tanışmamış olsak da...

Hem hiçbir şey unutulmuyor bu dünyada. Hayatın içinde bir telaş, ellerinde silgi var gibi unutturmaya çalışanlar ya da yeniden yazmaya çalışanlar olsa da…

Yok öyle bir şey, olan biten neyse o’dur.

Lara ve Ali’nin annesiyim ben!

Yazan, çizen ve susan.

herşeyaşktan