Paylaş
Hayatınızı tekrar yaşama şansınız olsaydı ne yapardınız?
Çocukluk yıllarımda babam, bana asla unutmayacağım bir şey söylemişti “Ne olursa olsun hep doğruyu söyle!” Allah’ım ne şahane bir güvendi bu, böyle düşünen ve sürekli bunu hatırlatan bir insana sonsuz güvenimle büyüdüm ben. Babamın bana sıkı sıkıya öğrettiği ilk şeydi diyebilirim. Özü sözü bir biriydi benim BABAM.
Bu şu demekti, babam asla ne olursa olsun yalan söylemezdi; koşulsuz, şartsız sevgiyle bağlandığım CANIM BABAMDI.
Hayatın gerçekte ne olduğunu unuttuğumuz bir koşuşturma yaşıyoruz, bir insanı artık rahatlıkla uzaya bile gönderebiliyoruz ama en yakın arkadaşımızla buluşma konusunda zamansızlık yaşıyoruz. Dünyanın en gelişmiş silahlarıyla, düşman bir hedefi sıfır hatasız vurabiliyoruz ama çocuklarımız bir şey anlatırken dikkatimizi tamamen ona verip dışarısıyla tüm bağlantımızı kesmiyoruz.
Babamın ölümüne saatler kala, kendinde olup hafızası yerinde olsaydı da sorabilseydim eğer, “Dünyaya yine gelsen tekrar her şeyi yeniden yaşama şansın olsaydı eğer ne yapmazdın BABA?” derdim.
***
İki yıl önce bir gün çok çok zor olsa da benim için, kısa bir süre düşünmüş ve gitmeye karar verdiğimde sordum ben buna benzer bir soruyu… “Neden böyle yaptın Baba?”
Bunun cevabını hiç bilemeyeceğim dediğimde, her ne kadar hastanede yatıyor da olsa kendindeydi, aklı, şuuru, yüreği, bedeni her şeyi hisseder durumdaydı. O gün gözümün içine çok ama çok derin bakıp iç çekerek cevap vermişti. “Çok üzgünüm, çok üzgünüm, size çok kötülük yaptım, affedin beni” diye hıçkırıklara boğulup kafasını kendi omuzuna gömdüğü gün vedalaşmıştık biz birbirimizle. Çok zor oldu benim için eline uzanarak tutmak, dokunmak... Bir yabancıya dokunur gibiydi, hiç hissetmediğim bir beden ve ruhtu o.
Sadece kendimi rahatlatmak istemiştim belki de ve galiba çocuklarıma karşı ileride ne yaşanmış olursa olsun, saygı duymamakla, vicdan arası bile bir ilişki olduğunu örneklemekti belki de. Şahitlik aramam ben hayat boyu, aramadım da… Solum ve sağımda omuzumdakiler her daim bildi beni, gördü, izledi, duydu, ötesi, berisi, gerisi yoktu. Hislerimi mantığımın önünde tuttum, doğru muydu, yanlış mıydı bilmem ama ben böyleydim, böyle yaratılmıştım.
İki yıldır evirip çevirip hissimdeki tüm kelimeleri ve manaları yazıya döktüğüm kitap var ya hani… Yanlız olmadığımı bildiğim ve türlü şekillerde sizin de başınıza gelmemesi ya da geldiğinde ne hissettiğimin bilinmesini istediğim için yazdım ben bu kitabı. Adını bile kendimde sakladığım, en bilinmezi bildiğim hissi de kendimde tuttuğum halini.
***
27 yıl önce bilerek ve isteyerek içimde ölen BABAM, bu kez gerçekten öldü benim. Bir kere ölür insan bence bu hayatta sadece bir kez. İşte benim için 27 yıl önce benim hislerimde ağır yaralanıp bitkisel hayata girdiğini düşündüğüm sadece amaçsız nefes aldığını düşündüğüm bir hayatı vardı bende onun, belki sadece atan bir kalp.
Sayılı nefeslerinin attığı kalbin amacı ve mesajı neydi bilmem ve bu insancık halimle bilemem de, ne aklım yeter bunu bilmeye ne de gücüm.
Ama kendi aldığım sayılı nefesi nereye yollamak istediğimdeki niyetimi ben adım gibi bilirim… Yine tek şahidimin olduğu başka da bir şeyin olmadığı düşüncelerimdeki ve niyetlerimdeki tüm delilleri.
Ben 27 yıldır babam içimde öldükten sonra ‘Sizin babanız hiç öldü mü? Babasız kalınca dağın gider, kolun kanadı gider…’ gibi çok güzel sıralanmış şiirlerden ne etkilendim ne de gözyaşı döktüm hatta aksine duygusuz bile hissettiğimi gördüğüm, iğne batırsan acımaz türden olan kalbimi ara sıra dinledim bile belki.
Sevginin bittiği yer kurur, ölür, biter, son bulur.
İşte öyle bitmişti babamla aradaki kalpten kalbe olan yol.
Yolları çoktan değiştirmiş, yolları ayırmış ve bir daha asla karşılaşmamak üzere gitmiştim ben ondan.
Şimdi babam gerçekten sadece manen değil, bedenen de öldü ya.
Gitti hani…
Amansız hastalığı ile savaşırken pes etsin diye dua ettim ben kendimce, ‘Pes de ve ne olur acı çekme’ diye.
Tam o gece gözümün önündeki dolunaya, güneşe, yıldızlara, zaman zaman da gözümü kapatıp onu sevdiğim günleri kendime hatırlatıp düşüncelerime olumsuz bir şey karıştırmamaya çok büyük çaba sarf ederken istedim ben ‘gerçek huzuru’ onun için de, benim için de.
62 yaşında kendini hatırlamayan, adını bile bilmeyen o koca adamın hatırladığı en son şeyin etrafında ona bakanlara ‘Nilüfer’ demesini hiç unutmadım ben.
Evlatları olarak bu kez gerçekten bittiğini, öleceğine inandığımız, doktorunun son 12 saat demesiyle geçen zaman diliminde her saatin ve çalan telefonun ondan gelen hayırlı olduğuna inandığım haberin duasındaydım ben. Yer, gök, ay, yıldız, deniz, her şeyi yanımda hissedip kendime hepsini şahit ettiğim.
Son görevim dediğimiz bir uğurlamaysa eğer ben insanları olduğu her yerden uğurlayabileceğinize ya da yüreğinize hoş sefa edeceğinize inanırım. Yeter ki ‘KALBEN’ olsun diye.
Yine evlatlarıma anlatırken oldu da bir gün hikayeyi sorarlarsa bana, olur ya hani laf açılır da merak edip soran olursa diye, bu masal da burada bitmiş demeden önce, ‘Kızı her şeye rağmen babasını, sırtını kocaman gövdesi olan bir ağaca yaslayıp uzaktan bütün kuvvetiyle ettiği dualarıyla yolculamış, bu masal da burada bitmiş’ diye bitirmek istediğim için gittim.
Bu dünyada hâlâ nefes alma ayrıcalığına sahipken bizler kaç yaşamı etkileme fırsatım olur acaba diye düşünmeden hareket ettiğimizde, ben gittikten sonra babamla, bizim beni aynı cümle içinde kullanacak olursa çocuklarım diye, onlara bir sözüm olsun istedim… Yaşamınızın bitmesi sizden sonraki nesillere ne bırakıyor düşünsenize, miras ne bırakmak istersiniz geride. Hadi ne olur bir düşünün… Cevapsız kalmayacak kadar emin yaşamalısınız bu hayatı, aldığınız veya yanıldığınız her kararla ama mutlaka tek bir özetle, tek bir sonuçla.
Babama ‘Neden?’ diye sorduğumda ‘Affedin beni’ dediğinde almıştım ben cevabı kendimce…
Şimdi babam gerçekten öldüğüne göre, ben ölmeden, bana sorulmadan ben sorayım kendime istedim.
Baban hayata yeniden gelseydi, ne yapardın Özlen sahiden diye?
İçin için sadece yüreğimle değil, hem kalbimle hem aklımla ve tüm inancımla aynı şeyleri yaparsa yine aynı şeyleri yapardım dedim kendime.
Bir yanlış bir doğruyu götürmüyor bu hayatta, hayatı o kadar matematiksel yaşayan bir insan değilim ben, ne altı bilirim ne üstü. Bir tek şey bilirim o da nasıl göründüğü değil, ne hissettirdiğidir bana.
Hep diyorum alacak verecek olmasın insanlarla aranızda, hatta vereceğiniz olmasın diye hiçbir şey almamayı ve istememeyi öğrenin. Canınız ne kadar yansa da birini kurtarmaya ihtiyacınız olsa da… Sır dediğiniz hiçbir şeyin sırda kalmadığını öğrenin mesela, hatta adınız kadar emin olun buna.
SIRDAŞ diye bildiğinizin de mutlaka SIRDAŞI olduğuna.
ARKADAŞ dediğinizin mutlaka ARKADAŞI olduğuna.
Bu öğrendiklerinizi aman yabana atmayın ve hiç unutmayın sayılı nefesinizin olduğu yol boyunca, yolculuk yerine varıncaya kadar.
Babamdan bana kalan, bana ilk öğrettiği olan ona güvenimi sonsuz kalan tek MİRAS’a şöyle bir baktım da ‘Ne olursa olsun hep doğruyu söyle’ diye kulaklarımıza küpe yaptığı aslında çok kıymetli olduğunu düşündüğüm bu hazineyi ‘REDDİ MİRAS’ yapmaya karar verdim ve yerli yerine bırakıverdim, ona geri verdim. ‘Kesileceğini bilsen yine de doğruyu söyle’ hazinesi artık bana ondan kalan peşin bir ödül değil.
Ben hakikisini çalışarak, öğrenerek, emekleyerek, tutunarak ve yürüyerek yine öğrenirim ama bileğimin hakkıyla öğrenirim. İçime sindire sindire dediğim hazineyi, sayılı nefesimin amacı yaptım artık…
Babamdan önce, babamdan sonra diye bir Özlen var artık bende, benim de farklarını bildiğim.
Kimseye MİRAS bırakılamaz PEŞİN PEŞİN GÜVEN.
Az Az kazanılır çok azdır ama sahidir. Olduğu kadardır, olmadığı kaderdir.
Olduğu kadarını yapın diyebilirim ben mesela artık çocuklarıma.
Doğru olduğu düşünüleni, kabul göreceğini bildiğini değil, inandığınız neyse onu söyleyin derim, söylediğine bir tek sen katılıyor olsan da asla yalnız değilsin unutma.
İçinden gelen buysa, şahidin her daim sadece O, unutma…
Özlen ben, Ali ve Lara’nın annesi…
Allah’tan başka hiçbir şeye sonsuz inanmayan.
Selam olsun, kendisine inandığımı düşünen, kana, cana, canana, haya huya, her şeye ve herkese…
Paylaş