Paylaş
Dön dolaş pergel gibi kalem iyi geliyor. Bir elimde hep kalem olsun, özletiyor bugünlerde.Kalemi avuç içinde tutmak iyi geliyor.
Hisli birileri var yanımda, ama çok hisli, en çokta kurşun kalemle yaz diyor, onla yazdığında akar gider…
Aklıma ilkokul yıllarımdaki okullar açılmadan bir gün önceki alışveriş geliyor, alışverişin kokusu olur mu, oluyor… Mutlaka bir ya da iki gün önceden zamanını biliyorum, çünkü biz yazlıktan okullar açılmadan ancak bir ya da iki gün önce dönerdik. Hatta defterlerimiz, kalem kutumuz, kalemlerimiz, kap kağıtlarımız yazlıktaki kırtasiye dükkanından alınır kaplanırdı.
Kırtasiye kokusu enfes bir kokudur. Annemin özenle kapladığı defterler ve kalemliğime dizdiği kalemler hatırlıyorum, hastalığının belli olmadığı ama sıkıntılarının olduğu zamanlar, hatta parmaklarındaki morarmaların eldiven gibi olmasını kansızlığa bağlıyor herkes kendince.
Çocuk kulağı işte iyice hatırlıyorum, dinliyorum, bazısı ellerinin boyandığını düşünüyor gazete tutarken ya da örgü örerken, yok diyor, böyle bazen oluyor, yarısı soğuyor ve önce mor sonra siyah oluyor. Kurşun kalemlerimle o rengârenk boya kalemlerimin kokusu doluyor hatırıma.
Sonra hatırlıyorum nasıl yazı yazdığımızı ve nasıl boya yaptığımızı…
Ne severdin sen yazmayı da, çizmeyi de, boyamayı da, örmeyi de, dikmeyi de, biçmeyi de ve gerçekten hepsini de…
Heyecanların var mıydı bilmem ama hayallerin ve keşkelerin çok oldu, onu adım kadar iyi biliyorum. En çokta keşkelerin.
Yazmanın, kalemlerin, nokta ve virgülün yerini hep senden öğrendim; yazdıklarını, duygularını okuya okuya…
Ve daha dün bir şey fark ettim, hayatında noktayı hiç kullanmamışsın, ya ünlemlerin ya üç noktaların ama bolca virgülün var anne…
Her gidişimde bir şey buluyorum, yine buldum bir parça bizden.
Aramızdaki dil farkını anladım senin kızın olsam da bende noktalar ağırlıkta, istemediğim hiçbir şeyi yapmıyorum mesela. Virgül yok denecek kadar az hayatımda senin aksine. Bazen diyorum ki sana inadımdan mı yoksa bu olmazlarım, hatta sadece bir tane koca bir virgülüm var en kocamanından.
Yaralarla seviyor insan kendini bir zaman sonra, yoksa vah haline. Bazen yazarken kor oluyor, bazen en derininden masmavi. Ama anladım ki siyah ne kadar kara olursa olsun beyazın üstüne çalınca, beyaz daha da beyazlaşıyor, siyah daha siyah. Siyah ve beyaz… Beyaz öyle beyaz ki ayna gibi yansıtıyor, sen o karaları sürdükçe üstüne korkmadan, çekinmeden ve geri adım atmadan.
Dedi ki hisli bir büyük, ikisi olmadan olmaz, o olacak ki öteki aydınlanacak.
Ne güzel dedim, ne güzel bakıyorlar hayata.
Kalem dilbaz olsa sen sussan, dedi.
Dilbaz olmak çok zordur dilbaz olabilir misin, dedi.
Dilbaz ne ki, dedim.
Bir çenebaz karşısında dilbaz süklüm büklüm olur susar, susmak da güzeldir, duymadan yapabilir misin dedi, sonsuza kadar ona susabilir misin?
Hep çenebazsa çok zor değil mi dedim, dilbaz olmak. Susamam ki dedim, bir yerde verilecek daha iyi cevabın olursa söylemek lazım.
Niye ki dedi, susturan da O, konuşturan da… Ama sen karar ver hangisi olacağına.
Her şey susunca ne güzel aslında, sadece duymak istediğin sesleri duymaya başlayınca.
Deneyeceğim, kalemime sarıldım sıkıca ve o kalemi bana tutturana.
Dilbaz olabilir miyim, olabilir miyiz, olabileniniz var mı?
Ama çok hoşuma gitti dilbaz, heyecan duydum, kalbim ağzımda heyecanla döndüm yolculuğumdan, yeniden varmak üzere.
Özlen ben, Lara ve Ali’nin annesi, hepsi o kadar.
Bir de dilbaz olmak isteyen… Ne zor benim için bilseniz…
Paylaş