Paylaş
(Saçımı çek, beni çimdikle diyeceğim ama yanlış bir zaman çünkü evde bunu zaten yaş itibari ile yapan ve dönemini yaşayan 18 aylık bir velet var. Öyle spiritüel izler falan taşıyan bir mesajı falan da yok. Sadece canı istediği için yapıyor, o da döneminin en özgür ve hesapsız halini yaşıyor kuşkusuz.)
Lafı sözü fazla uzatmadan, direk konuya girmek geldi içimden.
Hayatımızı değiştirecek ne gizemli insan var ne de gizemli kitap.
Kimse bizi kurtaramaz arkadaş!
Ticari bir endüstrinin tam göbeğinde yaşıyoruz. Dünyanın neresinde olursak olalım, işin kolayına kaçıp o aradığımız her ne ise, onları sadece hatırlatıcı araçlar olarak görmeyi unutup, kopup gidiyoruz. Arayışımızda ‘farkındalık ve teslimiyet kitaplarından ve aydınlanmaya’ çalışmaktan da yorulmadık mı?
Diyelim ki yorulmayanlar var, ne güzel…
Peki, yorulanlar için daha yorucu olmuyor mu bu içimizdekini bir çıkarıp bulmak? O içimizdeki ile karşılaşmak, yüzleşmek, sürekli eleştirmek, bütünleşmek falan filan…
Yahu hakikaten bitap düştük. Ömrümüzün yarısı, sözüm ona ezber bozacak hakikati aramakla geçti.
Tek hakikat var bence, o da; ‘şu dünyaya gelmişiz mis gibi, ne şanslı canlıyız. Allah bize yaşama hakkı vermiş, hala neden geldiğimizi bularak ömrümüzü ne zehir edeceğiz? Neymiş; nereden geldik, nereye gidiyoruz? Geldiğimizde belli, gideceğimiz yerde… Arayı süsleme çabası, enteresan gizem yaratma çabamız da ne? :)
Tasavvuf başlıklı seminerlerde birçok arif olan kişinin değil Türkiye’nin, dünyanın saygın mistik eğitmenlerinin, yerli ve yabancı birçok üstadın pasajlarını da okuduğumuzda, bu bilgi bombardımanına filmler, hayatın içinden anekdotlar, biraz mizah ve zaman zaman hatta çokta sıkça hiçbir spiritüel öğretide bulunmayan arınma operasyonları da, kulağa doğrusu bu ’’sen buradasın, kendini bulacaksın’’, ’’hah çok yakınlaştın, tuttun tutacaksın’’, ’’kendine döndün, fark etmedin mi’’ fısıltıları şarkıya döndükçe, bir baydı beni.
Çalışmalar ilerledikçe bütün kursiyerler fark ediyorlar ki, tüm trendy "olumlamalar", "evrenden al, evrene ver, pozitif al, pozitif ver" formülleri geçici anestezi etkisi oluşturmaktan öteye geçmemiş.
Ne gurular, ne kitaplar, ne söyleşiler, ne seminerler, ne konaklamalar, ne filmler, dinlenip, okunup, izlenirse izlensin…
Bence o aradığımız ey ruh var ya!
Ben vazgeçtim onu sayfa aralarında ve sokak aralarında aramaktan.
O içimde yahu… Bir yerlere gittiği falan yok ‘o meşhur öz’ün.
Kısa süreli uyuşturucu etkisi yapan motivasyonlara karın pek tok. Hatta artık hazımsızlık bile yaptığı söylenebilir. İhtiyacımız olan var olan hayatı tıkayan düşünceleri bastırıp, sıkı sıkı bohçalayıp, üstüne hoş bir pasta cila atmak falan değil. Paketleyelim iki çiçek, bir böcek, bir de kalp. Al sana sevgi doluyum. Benim sevgim tüm dünyaya yeter halleri…
Ay kendimizi sevdik, barıştık da, bir de dünyaya yollayacağım o sevgi titreşimlerimi. Valla o titreşimi hiçbir yere yollayamam. Bana lazım, sevdiklerime lazım, aileme lazım, girip çıktığım ortama lazım, lazım da lazım… Hep dengede olmak hikayesi var ya, ee bütün mesele o işte.
O dengede durmak için buldun mu titreşimi, kıpırdamadan dur öylece. Yavaş hareket et ki, bir sakin, alış onunla yaşamaya. Olmuyor ki işte. Eğreti gibi üstünde, kıpır kıpır, çaktırmadan düşsün diye hareket halindesin sürekli.
Aksine alacaksın eline en derinden kazıyan tel süngeri. Sürte sürte, kanırta kanırta, bir güzel keseleyip, temizleyip bulacaksın o 'Ey Ruh' hikayesini…
Şu çok net ki ne üç beş kitapla, ne de üç beş seminerle geceden sabaha aydınlanmıyorsunuz.
Kimseye bağlanmadan, kimseyi kahramanlaştırmadan, çevredeki hatırlatıcı etkisi yapan her hoş şeyi okuyup, dinleyip, izlemekle beraber en önemli adım; aslında kendimizle randevulaşmak.
Terki terk ederek başladım ben şu sıralar defterime. Başlık atıp, sizin için neyse önemli olan onu sıralayarak başlayın.
Yok öyle duvar gibi dümdüz yaşamak ! Acıların çocuğu gibi haykırarak ağladığın günde geliyor, sevinçten duvarlara tırmanıp ağaçlarda sallandığın gün de…
Ey ruh! Geldiysen, bana yakın dur yeter diyorum. Ben de aramaktan yorulmadan geçireceğimiz günlere kavuşmadık mı?
İki bızdığın annesi Özlen sağı solu hiç belli olmayan ama dalgalandıkça durulan, kendi halinde, öylesine vallahi ruhum içimde diyen, dedikçe yenilenen…
Bu yazıyı eşime ve kadim dostlarım Burcu, Sezin ve Şeniz’e ithaf ederim. Ay biz senin içine yahu diyerek kendine gel diyebildikleri için…
Paylaş