Paylaş
Size de olur mu, eski naifliği, sakinliği, çok az ve öz olan renkliliği özlemek?
Bana çok oluyor.
Anlıyorum büyüklerimizin dillerden düşürmediği “Ahhh ahhh bizim zamanımızda böyle miydi” nakaratının ne anlama geldiğini...
Her biri puzzle gibi yerine oturuyor, yaş kemale erdiği zaman.
Hayatımızı dolduran,besleyen,yada zaman zaman ilgi alanımız olmasada maruz kaldığımız zorla kafalara giren,sıkıntıya,şüpheye neden olan onca bilgi bombardımanı...
Nelerden besleniyoruz?
Kitaplar, sinema, tiyatro, internetin sonu olmayan dilinin kemiği olmadığı dünyası, oluşan gündem, bu gündemi ister istemez sohbet konusu yapan dostlar, yetmedi bir de sosyal ağlarda da geçen özetler...
Her tarafı kapalı labirent gibi geliyor dünya bana, çıkabilene aşkolsun hangi yola girersen gir yolculukta hep aynı duraklar.
Bir iki film izledim içim kalktı, bugünlerde Oscar’da alan bu filmlerde absürtlüğe teşvik, sıradışılığa ödül verip uçların en özendirici etkisini hissettim.
“Koskoca sinema dünyası Oscar vermiş, bana laf düşmez” diyemem.
Çünkü adı üstünde ‘Sinema dünyası’. Oranın yeri tabii ki bu platform, üretilen işler de, alınan ödüller de her şey o sektör için. Bu işin üstadlarının, bu işe gönlünü vermiş profesyonellerin dünyası kuşkusuz.
Ama ben ,benim yaşadığım gerçek dünyadan bakıyorum olaya.
Filmi kınamıyorum, daha neler artık :) Konusunu az çok bildiğim halde, önyargıya değil, kendi fikrime sahip olmak için izledim.
Ama her şeyin abartılması , önümde izleyen 15 yaşlarında gibi görünen kızın dakikalarca ağlamasını filmden çok daha dert ettim ve çok üzüldüm.
Ben geri kafalıyım bunu anladım, her ne kadar modern görünüp, algılansam da insan içini en iyi kendi bilir.
Ve bir kez daha anladım ki bikini giyip denize girmekle, mini eteği geçirmekle ölçümlenemez bu modernlik.
Kafamda başörtüm olmadığı için hemen etiketlenemiyorum belki ama altımdaki eteğin, ayağımdaki topuğun uzunluğundan dolayı ihtimal verilmiyor olsam da kimse kusura bakmasın kafamın içinde olduğu sanılan sınırsızlık ,uçsuz bucaksızlık hiç bana göre değil. Üüstelik gayette sınırlarım var her konu ile ilgili ve ortam ile ilgili. Kendimi muhafazakar olarak tanımlamam içinde başörtüm lazım değil.
Hafta sonu didiştik bir arkadaşımla, “pess” dedi sonunda gerçi ama niyetim kimseye bir şey empoze etmek değil zaten, herkesin fikri, inanışı, olaylara algısı kendine has, o yüzden her birine hepsine saygım sonsuz.
Ama eğer hayat tercihlerden ibaretse madem, ben de fikrimi söylediğimde yargılanmamalıyım...
“Senin gibi biri de böyle düşünüyorsa artık” diye başlayan cümle beni delirtmeye yetiyor da artıyor çünkü.
Benim gibi bir ne????
Canım istediğinde içki içilen ortama eşlik etmem, eğlence anlayışım, giyinişim mi beni kafadan sınırsız yapan?
Asıl mesele bu etiketleme galiba.
Bu ne geri kafalılık? Bu akıl ve düşünce bu yaşam tarzına uyuyormu?
Soru bu arkadaşlar.
Yaşam tarzı???
Duyan da kimbilir ne sanır, öylesine, normal bir aileyiz işte, çoğunluğumuz gibi yaşayan, sıradan, kendi halinde.
Nerelerden geldik buralara...
Filmle ilgili yorumumu ‘sapkın ve hastalıklı bir anne-kız ilişkisi diye özetlediğim ‘ için.
Bütün filmden bunu çıkardığıma inanamamış, o kadar hırs ve başarı hikayesi yerine hasatlıklı bir sonuç çıkartmışım filmden.
Yaşlanma belirtileridir diyerek hoşgörüyorum ikimizi de ama kimse kızıp gürlemesin bunlar benim şahsi fikrim.
İlerlemeye ,gelişmeye karşı değilim tabii ki ama her şeyin normal sayılıp, alkış aldığı bir dünyada o kadar da tarafsız olup alkış yapamıyorum.
Hepimiz sürüden olacağız diye bir kayıt yok öyle değil mi?
Herkesin düşüncesi kendine...
Annelik güdüleri mi acaba diye de irdeledim kendimi... İnsan anne olunca mı böyle hissediyor acaba?
Yooo... İlgisi yok, işte iki çocuklu anne arkadaşım benim gibi düşünmeyen, katılmayan, hatta esefle kınayıp böyle düşündüğüne inanamıyorum diyen...
Şu görme biçimi dediğimiz, olaylara nerden baktığın öyle önemli ki...
Türlü türlü insanız işte, birimiz öyle birimiz böyle.
Ama içimdekini paylaşmak istedim sizinle. Black Swan filminde kızın sonsuz hırsı ile taçlandırdığı başarıdan başka bir şey konuşulmazken, filmde bende kalan en büyük tortu hırsı mırsı değil, bayağı ağır olduğunu düşündüğüm sapık, sapkın, hastalıklı anne-kız ilişkisiydi.
Annesi hayalinde miydi, gerçekmiydi? Bu da filmin armağanı.
Bildiğiniz içim şişti izlerken. Neymiş hırs ancak bu kadar güzel anlatılırmış, neymiş kız çok güzelmiş, neymiş hırs bu kadar iyi işlenirmiş. Kriterler bunlar. Kız çok güzel, hırs çok belli, hepsine tamamım.
Ama adı üstünde bu bir film, yapanların tüm ekibin emeğine, eline sağlık.
Benim için anlamı sadece bu.
Şampiyonu hatırlarmısınız eski bir boksör babanın filmi, küçükken annemle gitmiştik ya 9 ya da 10 yaşındaydım sanki ve bugün bile hatırlarım ne çok ağladığımızı.
Üstünden 25 -30 yıl geçmiş. Aklımda kalan babanın fedakarlığı, canını dişine takması, oğlunun bunu bilen bir çocuk olması, çalışmadan ve yanında iyi hırs (!!!) olmadan hiçbir zaman bir şeye ulaşılamayacağı vs.vs...
Tüm dünya konuşmuştu bu filmi ve tüm dünyayı ağlatmıştı film.
Çocuk filmi falan değildi,gayet dramatik bir aile filmiydi.
Başka bir nesiliz kabul ediyorum, şimdiki hürremler, bir evin içinde kimin eli kimin cebinde belli olmayan çoluk çocukları olan ailelerin çarpık ilişkiler yaşadığı dizileri izleyerek büyümedik birçoğumuz.
Perihan Abla, Bizimkiler, Ferhunde Hanım ve kızları, Süper Baba izleyerek büyüdük. Akşam haberlerinden sonra yayınlanan Dallas’ı bile izleyecek yaşımız olmadığını bilirdik de, sağdan soldan duyup görümüşlüğümüz vardı işte.
Allah aşkına, hatırlar mısınız Bülent Ersoy’un gerçek cinsiyetini öğrendiğinizdeki halinizi. Ağzım açık almış ,kafam almamıştı nasıl yani diye???
Ne oldu peki,?
Her şeyi zamanında öğrenen, zamanında yaşayan insanlar olmadık çoğumuz. Erkenden öğrenenler, erkenden ulu orta yaşayanların genel kültürü bizimkinden çok mu ileride şimdi.
Büyükler... Ahhh o büyükler yok mu... Her şey zamanında diyen büyükler.
Biz de diyelim çocuklarımıza ’Her şey zamanında ve tadında’
Keşke bazı şeylerden koruyabilsek, keşke her şeyi minnacık beyinlerine kafaları karışmadan, zamanında ve olması gerektiği gibi geçirebilmeyi becerebilsek.
Ama medyada, çevrede bizden o kadar hızlı ki... Ailelerin etkisinin giderek azaldığını görüyorum .En çokta 3 yaşından itibaren kafasını ellerindeki digital oyunlara gömen onunla yatıp kalkan çocukları gördüğümde.
Diyeceğim o ki, ben eski değerleri özlemeye başladım, ayıbın bilindiği, farklı seçimleri olanların seçimlerini yine aynı mahremiyette yaşadığı, kimin eli kimin cebinde belli olmadığı ortamların görünür, kabullenir, hoşgörünür olmadığı, annesine baktığında gözünden ne demek istediğini anlayan bizim gibi yanağı kızaran çocukluk yaşayan çocukları...
Bir filmden gelmedim buralara tabii ki,o kadar iz bırakan bir deneyim yaşamadım filmde, arkadaşımın yorumu bende daha büyük iz bıraktı desem yalan olmaz, haliyle...
Özlen ben,
Bakmayın esip gürlediğine, ağzına geleni söylüyor bugünlerde...
Paylaş