Paylaş
Artık hayata karşı bir çok şeyi akışına bıraktım.
Kulağa bile telaşsız ve hoş gelen ‘doğal akış’ denilen o rutin izleyişe…
Son zamanlarda keyfim kaçtığında bana yön bulduran tek şey, bu doğal akış.
Şu büyüklerin söylediği su yolunu bulur’ sözü hayatımızın her anında o kadar yerini buluyor ki.
Dön,dolaş her şey hayatın içinde benzerlerin tekrarı aslında.
Kızım büyüdükçe, aklı her şeye eren bir birey oldukça yarım kalan birkaç sorumun cevabıda kendi gelişimimde cevap buluyor.
İnsanın kendi hayatının şifresini çözmesi kadar güzel bir motivasyon yok herhalde. Hataları ile sevapları ile kendini kabullenmek, kendini bilmek… İnsanın kendisine çok daha yakınlaştırır oluyor.
Tuhaf bir bekleyişteydim son zamanlarda kızımdaki bu büyüme ve birey olma duygusunun güçlendiğini fark ettiğimden beri.
Hafif bir huzursuzluk ama aslında yanında büyükte bir mutluluk,
Biraz endişe ama yanında bir o kadarda hoşgörü derken, “Ne oluyor Özlen kendine gel, her şeyi kontrol edemezsin, sen kontrol edildin de ne oldu sanki?”dedim kendime.
Al bakalım ilk yüzleşme işte.
Doğru…Akışına bırakmak lazım. Her şeyi düzenlemem mümkün değil.
Hangimiz çatışmalar yaşamadık annemizle, kendine aldığı bir mor gömlek vardı ki kıskançlıktan içimi yemişti, onu giyince çok güzel olacak diye. Sonra baktım ki aslında öyle değil o hasta elleriyle bana her şeyin en güzelini dikip, en güzelini ören annem için en önemli şey benim.
Buzdolabında sakladığı parfümü Charlie’ye boca ettiğimde de, en sevdiği biblosunu yanlışlıkla da olsa kırdığımda da annem için değerim hiç değişmedi.
8 yaşında servis şoförüme aşık olduğumu sandığımda da, 14 yaşında ilk defa aşık olduğumda da, birine ilk kez mektup yazdığımda da, hayatıma dair başarabildiklerimde de, başaramadıklarımda da, üzüntülerimde, mutluluklarımda, mezuniyetlerimde, elim ekmek tuttuğunda, evlenme anıma karar verdiğimde de, hayatımın her anında vardı o ve hep yanımda.
Olma ki hem de ne olma?
Ne büyük bağrışmalar, bir o kadar da ne büyük sarılmalar, kıyafetlerini gizlice giyiyorum diye ortalığın savaş alanına dönmesi, ama birbirimizin en büyük dert ortağı, bazen bol gülmeler, bazen ağlamalar, bazen büyük sevgi ve şefkat anları, bazen büyük savaş meydanları, sonra bir gün ebediyen barış…
Sonsuz barış…
Olup gidene kadarmış her şey meğer…O koşulsuz, şartsız her şeyin suya yazı yazmak gibi gelip geçiyor olması.
Aileni kurunca oluyorsun aslında işte tam da birey…
Biz hiç kopan bir anne-kız olmadık, olmaya fırsat bile bulamadık zaten. Ama anladım ki, her ne yaşanıyorsa ana kucağındayken yaşanıyor en tatlısı, en kıymetlisi…
Büyük kavgalar,büyük barışmalar, insan en çok sevdiği ile uğraşır derler ya işte o hesap oluyor galiba bu anne-kız ilişkileri.
Çok sıklıkla içimden geçiriyorum şu sıralar…
Biraz daha olsaydın yanımda diye, bir görseydin şimdi Laruş’u.
Bazen kendimi sana odaklıyorum, belki daha yakınımda hissederim diye... Hep bendesin, ama değilsin işte…
Öyle bir bakıyorum sensiz kaldığım zaman bile öylesine hızla geçiyor ki, birlikte olduğumuz yıllarla yarışır ve onu geçmek, üstün gelmek ister gibi... Offf çok özledim seni anne.
Kızım büyüyor ve dün gece bir karar verdim akışa bırakmaya, suyun yolunu bulmasına izin vermeye...
Şair Yelda Karataş’tan öyle güzel mısralar okudum ki dün, aklıma yine sen geldin, bir de anneannem.
Ben de yaşlandıkça size benzemeye başlıyorum diye korkar oldum, ikinize de benzemek istemiyorum çünkü.
Ne senin gibi geceleri uykusuz kalmak, ne de anneannem gibi sabahın körü horozdan önce kalkıp cam önünde bir acı kahve içmek…
Anlamazdım o zaman bunların anlamını, ama şimdi anlıyorum.
Anladıkça da içim boğuluyor.
O yüzden en iyisi mi, ben geleneğinizi bozup, naneli çayımı içip mışıl mışıl uyumaya öyle de yaşlanmaya devam edeyim,aileden birinin bu huzuru yakalamış olması lazım :)
Bakın melekler ne diyor mısralarda?
‘Bir anneyi hoş görmenin ağırlığını iyi bilirim, benim de annem vardı.
Ama anneler ölünce çok hafifliyor,
Ben ölmeden beni yüreğinizde hafifletin…'
Öyle iyi geldi ki içime, öyle güzel bir amaç ki bu...
Sonra düşündüm annemin yüreği hep ağzındaki yaşamında
Yüreği giderken ne kadar hafiflemiştir acaba?
Hepimiz yüreklerde hafiflemeyi ne çok isteriz değil mi? İnsanın içini yaşarken bile hafifleten bu his, ölünce kim bilir ne iyi geliyordur diye düşündüm. Bir de anne olan Defnecik geçti aklımdan o sırada hafiflesin yüreği, takmasın artık bir şeyi diye.
Kışın gelmek bilmediği, karın gözlerimizi yollarda bıraktığı, baharın efil efil ayak seslerinin geldiği şu günlerde yapacak bir şey yok her şeyi doğal akışına bırakmaktan başka, çünkü gerçek Devr-i Alem bence tam da bu zaten.
Özlen ben,
Sekiz yaşındaki Lara’nın,
55 yaşındaki Nilüş’ün kızı…
35 yaşında ve yavaşta olsa yaşlanmaktan pek memnun…
Özlen'in müthiş balkabaklı bisküvü pasta tarifini izlemek için tıklayın!
Paylaş