Paylaş
Çocukluğun soğuk geceleri var ya hani...
İşte ben küçük çocuk resimlerine bakınca öyle oluyorum.
Dün sahile vuran çocuklar, öbür gün dayak yiyenler, ondan önceki gün tacize uğrayanlar, ondan önceki gün terör kurbanları, bir önceki gün şehit ailelerin yetim çocukları ya da öldürülen teröristlerin çocukları... Çocuk işte.
Çocuk... Orda doğdu... o aileye yazılmış. Ama çocuk, anne baba bazen “Hadi bu sandala biniyoruz” diyor biniyor, bazen “Dağda düşman vurak oğlum, sen de büyüyünce vuracaksın” diyor, onu öğreniyor. Ötekine de düşmanı vururken öldü diyor, şehit oldu, o da öyle öğreniyor, öteki başka türlü.
Hiçbiri insanca değil... Hiçbirinin elinde değil... Hiçbiri top oynarken kazayla kuyuya düşmüyor, tabii ki o da büyük felaket ama bunlar sürüklemek… İnsan aklı ile soru cevap oynamaya başlayınca bir noktaya geliyorum ki o da ilahi gücün iradenin kapısı... Orada duruyorum, o kapıda diz çöküp el açıp iyi bir yerlere gittiklerini düşünüp bir sebep arıyorum. “Gidenin vah haline!” dediğinizi duyar gibiyim. İnsan dediğimiz düşünebilen yaratık bu kadar güçlüyken nasıl olur da dünyada ben beceriksizim, sen de, öteki de… Peki milyarlarca insan olarak bizi engelleyen, insanlığı engelleyen tüm devletler üstü politikayı engelleyen her şeyi anlamaya çalışıyorum, sonuç nokta bile değilim, bir sivrisinek bile daha anlamlı olabilir. Bilemeden ve öğrenemeden üstünden geçip yarın tekrar günümüzü yaşıyoruz elbette en yakınlarımızı kaybettiğimizdeki olağan hayat akışımızda olduğu gibi.
Aslında ‘Çocuk kalbi diye birşey var ya’ ölmeden ölmeyi bilemeyiz, anlıyoruz seni, acını paylaşıyorum falan, yok öyle şeyler… Ancak bildik ve yaşandık duygular anlaşılır, hiçbirimiz bilemeyiz benzerini yaşamadan.
Ama bazı fotoğraflar var ki, ben onlara bakınca çocukken üşümeyi hatırlıyorum.
Çocukken üşümeyi biliyorum.
Trajikomik bir şeye dönüştürürdüm biraz bu bazı zamanlar üşüme işini.
Hep değil ama bazı zamanlar, o bazı zamanlar hakikaten hikaye gibi zamanlar.
Aslında laftan değil işte, hikaye tam da orada başlıyor zaten.
Biliyor musunuz, niye insanlar hikayelerini sorduğunuzda hep şatodan, ya da durduğu en yüksek tepeye oturup anlatmayı tercih ederler? Bana o zaman bile esinti gelir, soğuk gelir her şey, daha o andan hikayeye inanamayasım gelir.
Sorun bana neden bu kadar ön yargılısın?
Emin olun bazı hikayeler biliyorum ki, hep en yüksek seyreden hikayeden çok daha yüksek, tek bir noktası var ki ama en yüksekte... Ve sonra da en dipte.
Yani diyeceğim o ki, bakmayın siz suretlere, görünenlere… Gerçekten ve gerçekten inişli çıkışlı bir hayat yok diyenlere, hem de nasıl var.
Çocukken herkes üşümüş müdür bilmem ama dileğim çocukken üşümesin yürekler… Çocukken üşümeyenlerin antrenmansız olduğuna inananlardanım o da ayrı konu. Hiç hastalanmayan korunaklı çocuklar gibidir onlar, bir türlü ilaçtan kurtulamazlar. Oysa çocukken üşüyenler üşümemeyi de, üşüdüğünde örtünmeyi de, üşürse bile ağzından buhar çıkarıp olabildiğince ısındığını hayal edip anlık ısınmayı bile becerebilir.
İşte böyledir çocuk olmak.
Ama en çok da ne trajikomiktir değil mi?
Galiba gücü aldıkları kaynak da tam olarak bu, herkesin trajedi sandığını komik sanmalarında.
Dünya üstünden yüreği üşüyerek gelen geçen bütün küçük ve büyümüş çocuklara.
‘Ya komik olmasaydınız’
Özlen ben, Lara ve Ali’nin annesi…
Asabi yönümü gittikçe komikliğe daha da bırakan ama bıraktıkça serbest kalan, kaldıkça salan, saldıkça azalan, azaldıkça mutlu olan, mutlu oldukça daha da huzur bulan... Öyle ki hani yüreği varsa sorsun dersin ya sorsana bana dedikleriniz olur mu sizin de?
Ve evet #herşeyasktan
Paylaş